TV HABERLERİNİ DİNLİYORUZ İLK HABERİ EZBERE BİLİYORUZ

TV HABERLERİNİ DİNLİYORUZ İLK HABERİ EZBERE BİLİYORUZ

Haberleri dinlemek için hangi TV kanallarını açarsanız açın; sunucunun ilk vereceği haberi ben artık ezberledim…

Ve belki inanmayacaksınız ama eğer evde kimse yoksa ve bende yalnız başıma dinliyorsam haberleri, sunucuyla karşı-kaşıya adeta konuşuyorum.

Örneğin, hani sunucuların haberlere o klasik girişleri vardır ya;

“Sevgili dinleyiciler Haberleri veriyoruz”

“Ancak haberlerimize yine acı bir haberle başlıyoruz” der-demez bende sanki karşımdaki sunucu beni duyuyor gibi; “Anladık, anladık yine şehit haberi ile başlayacaksın” diye sesli-sesli ön sezilerimi duyurmaya çalışıyorum sunucuya ve bir anlamda (o beni duymayıp, galaya almasa da) ben düşündüklerimi sesli- sesli dile getiriyorum…

Yani demem o ki; hangi TV kanalı olursa olsun, ilk haberinin mutlaka bir şehit haberi olduğunu ezbere biliyoruz artık…

Sadece bilmediğimiz ve tahmin edemediğimiz kaç şehit’in olduğu!

Ve acaba ‘Şehit Piyangosunun’ hangi il ve kasabaya düşeceği tahmininde biraz zorlanıyoruz!

Birde hangi il ve ilçede şehit düştüğünü bilemiyoruz tabi!

Peki niye?

Neden?

Niçin?

Gitgide neden şapır-şapır toprağa yüzüstü kapaklanıyor gençlerimiz?

Niye ömrünün tamamını yaşamadan kara toprağın altına zorunlu göç etmek zorunda bırakılıyor pırıl-pırıl gençlerimiz?

Niye her Allah’ın günü bir mahalleden ‘şehit cenazesi’ kaldırmak zorunda kalıyor acılı yürekler?

Niye?

Üstelik terörle mücadele ederken mi şehit düştü, yoksa sınır ötesinden gelen bir savaş mermisiyle mi şehit düşüyor gencecik delikanlılar bilen yok…

Daha doğrusu nasıl olduğunu bilemiyor…

Sadece ve sadece aklının erdiği kadarıyla tahmin etmeye çalışarak hüküm yürütüyor…

“Acaba savaş yapılıyor da bizim mi haberimiz yok”

“Acaba çocuğumuzu IŞİD denilen örgüt mü şehit etti?”

“Belki de PYD denilen örgüt öldürmüştür”

“Kim bilir belki PEŞMERGE, belki de PKK’lılar öldürmüştür” vesaire…vs..

Ölen ölüyor…

Arkada bıraktığı sevenleri kendi-kendine hüküm yürütüyor!

Aslında acısını bir şekilde dışarıya döküyor…

Ve insan bütün bunlardan sonra tekrar düşünmeden edemiyor; “Yahu durup-dururken neden hızlandı ve çoğalmaya başladı bütün bu şehit sayısı?”

“Güldük komşumuza, geldi başımıza” misali, kavga ve savaş komşunun topraklarındayken bizim sınırlarımızdan içeri girip, bizim topraklarımızda mı başladı?”

Üstelik kimin kime vurduğu belli değil!

Kimin ‘kimin’ eylemini üstlendiği belli değil!

Kimin ‘kim’ için dövüşüp, savaştığı belli değil!

Kimin ‘kimin çıkarları’ için öldüğü belli değil!

Ölen ölüyor, genç yaşta toprağa giriyor…

Gülen yine gülüyor, öldürmeye devam ediyor!

Peki, nereye kadar gidecek bu?

Hani şu üyesi olduğumuz Birleşmiş Milletler (BM) diye bir yapılanma vardı da, olayların sonlandırılması için oradan oraya koşardı…

Nerede bu BM denilen örgüt?

Yahu komşumuz Suriye’nin 17 Milyon küsur nüfusu var, 5 Milyondan fazlası yatak-yorgan bizim ülkemize gelip konuşlandırıldı… (gelsinler eyvallah)

Gelsinler gelmesine de birader, adamlar “Dağdan gelmiş bağdakini kovar” misali, bütün arsızlıklarını ve huysuzluklarını öne çıkararak bizimkilerde huzur bırakmadılar be!

Şimdi burada yine aklıma şu geldi ve düşünmeden edemiyorum; “Yahu kardeşim, mağdur ve savunmasız olan yaşlılar, çocuk ve kadınlar gelsinler ve ülkelerinde barış ve huzur sağlanana kadar bizimle birlikte yaşasınlar ve başımız gözümüz üstünde olsunlar da, “taşı sıksa suyunu çıkaracak” Suriyeli sırım genç ve sağlıklı adamlar ülkelerini bırakıp  da neden sığınacak ülke arıyorlar?”

Yani bu eli silah tutan ve bir işe yarayacak adamların ya iktidarın yanında, ya da muhalefet kanadında yer alıp savaşmaları ve mücadele etmeleri gerekmez mi?

Demem o ki, bizim gençlerimiz şehit olurken, bu Suriyeli zımba gibi genç adamlar -ne Musa’ya yarıyorlar, nede İsa’ya- misali geçmişler bu tarafa ve geldikleri yerde -ekmek elden, su gölden- misali hem besleniyorlar, hem de geçici olarak ‘Konuk’ kaldıkları yerlerde olay çıkarıp, huzur bırakmıyorlar…

Acaba ‘konuk’ olarak değil de, yatak-yorgan hep mi yerleşmeye geldiler?

Her neyse…

Galiba büyüklerimiz dururken…

Akillerimiz hala görevlerinin başındayken!

Maaşlı ‘Melelerimiz’ (Mollalarımız) varken!

İşadamlarımız, toprak ağalarımız, şeyhlerimiz, Aşiret ve Tarikatlarımızın büyükleri sapasağlam cemaatlerimizin başında dururken!

Mangalda kül bırakmayan Barolarımız, Bürolarımız hala ayaktayken!

Sendikalarımız, Federasyon ve Konfederasyonlarımız yerlerin korurken!

Namı ve unvanı büyük akademisyenlerimiz cahillerden medet umarken!

Galiba biz boyumuzu aşan konuşmalar yaptık gibime geliyor!

Ama ne yaparsın ki ve huyum kurusun; gördüklerimi görmezlikten ve bildiklerimi bilmezlikten gelmek beni yaşamın içinde koparır diye korkuyorum!

Onun için ne biliyorsam ve bildiklerimi seslice konuşmak istiyorum…

Bir daha ki sohbetimizde görüşmek üzere…

Hoş kalın…

Hoşça kalın…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?