23 ŞUBAT 1945 ABD’YE EL UZATIYORUZ BİR DAHA YAKAMIZI KURTARAMIYORUZ

23 ŞUBAT 1945 ABD’YE EL UZATIYORUZ BİR DAHA YAKAMIZI KURTARAMIYORUZ

 

Bundan yüz yıl önce;

Emperyalist ittifak yurdumuzu dört-bir taraftan işgal edince;

Bir an ne yapacağımızı şaşırır olduk!

Çünkü bir yanda; İngilizler boyunduruk altına girmeyi teklif ediyor.

Öte yandan ABD’nin aracıları; kapılarında ‘manda’ olmamızı istiyor!

Saray erbabı ise oturmuş derin-derin düşünüyor!

Onlar oturup düşünedursunlar; Anadolu alev-alev olmuş tutuşuyor!

Tutuşuyor tutuşmasına da; elde-avuçta hiçbir şeyleri yok…

Bağımsızlıklarından başka kaybedecekleri hiçbir şeyleri yok!

Tek sermayeleri; inançları!

Tek sevdaları; bağımsızlık!

Bu inançlarla toplanıyorlar; Erzurum ve Sivas’ta..

Kongrelerini yapıyorlar,

Kararlarını veriyorlar; Ya istiklal, ya ölüm!

Ne İngiliz’in ‘boyunduruğuna’ nede ABD ‘mandacılığına’ evet diyorlar

Ellerinde-avuçlarında ne varsa alıp; hep birlikte yola çıkıyorlar!

O ukala,şımarık ve kendini beğenmiş ittifaka gereken dersi veriyorlar

Ve yeni bir ülke kuruyorlar.

Adını: Türkiye Cumhuriyeti koyuyorlar.

Ve başlıyorlar yepyeni, itibarlı bir yolculuğa!

1929 yılında dünyanın yaşadığı ekonomik bunalımdan ister-istemez onlarda etkileniyorlar..

Ama hiçbir kimsenin önünde diz çökmüyorlar!

“Bize yadımda bulunun” gibi bir talepte bulunmuyorlar.

Kısacası acılarını içlerine gömüp;onurlu bir şekilde dimdik ayakta durmaya çalışıyorlar!

Ancak bu yolculuk çok kısa olup; 1938 yılına kadar sürüyor…

O ‘bağımsızlığından’ ödün vermeyen lider ebediyete göç ediyor…

Ve pusuda yatan Emperyalizmin ağa babası ABD’ye gün doğuyor!

Zaten yaşanan 2.Dünya savaşı gibi bir savaş olduğu için Amerikalı Conilerin işi daha da kolaylaşıyor!

Ülkenin kurucularının iki numaralı adamı; İsmet İnönü, savaşın kan kokularını, acılarını bildiği için ülkeyi savaşa sokmuyor ama pusuda bekleyen ve fırsat kollayan Emperyalistler Türkiye’ye kapıların her konuda kapıyor.

Ve ülke insanı aç kalıyor ve zor günleri yaşıyor.

Direnebildiği kadar direniyor ama takat’ı kesilince birilerinin kapısını çalmak zorunda kalıyor ve gidip ABD’nin kapısını tıklatıyor!

Yıl; 23 Şubat 1945

Amerika ile ilk “İkili Antlaşmamızı” yapıyoruz.

Osmanlı’dan kalma Duyunu Umumiye borçlarını daha yeni ödemiş olmamıza rağmen ‘bor para’ ve çeşitli yardımlar istiyoruz.

Bu ‘antlaşmanın’ sağlama bağlanması için TBMM’inde 4780 sayılı yasa bile çıkarıyoruz…

Yapılan anlaşmanın temel özelliği karşılıkla yardım anlaşması olmasına karşın, ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmesi Türkiye’yi ağır sorumluluklar altına sokuyor.

Anlaşmada “Koruyucu Hükümler” olan maddelerle, Türkiye’nin değil, ABD’nın hakları korunuyordu.

Anlaşmanın ikinci maddesi daha ilginçti; T.C. Hükümeti sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları yada bilgileri ABD’ye teslim edecektir.

Yani yapılan yardımlar karşılığında Türkiye, ABD’ye hizmet sunmak için herhangi bir sınırda olmayacaktı.

İşte o gün-bugündün ABD’li dostumuzun emir ve isteklerini yerine getirmek için didinip duruyoruz!

Üç-beş kuruşla başlayan borcumuz; mayalana-mayalana ödenemez hale geldi (ödeneceği de yok) hala borcumuzu bitiremiyoruz!

Halbuki bize yardım diye verdikleri; ambarlarında bozulmaya yüz tutmuş ‘yavan’ süt tozları idi…

Bize yardım diye verdikleri; yoluna bile yürüyemeyen savaş artıkları olan top-tüfek, tank ve kaportası pas tutmuş Jeep’lerdi!

Üstelik bu verdikleri (sözün ona yardımların) nakliyesini bizim gemi ve uçaklarımızla olsun dememize rağmen; “Hayır” dediler…

“Navlununu verip” bizim gemilerimiz taşıyacak bu yardımları dediler!

Hı?

Nasıl, böyle iyi olmuş mu?

Hani bazıları “Arkanı ya dağa’ya, ya ağaya vereceksin” diyenler bu borcumuzu bir türlü bitiremediğimiz ABD’ye sevdaları bitmiyor da onun için böyle diyorum…

Ve şöyle bitirelim mi?

Günümüzde bir türlü bitmek bilmeyen karmaşanın ve kavgaların asıl sorumluları kim ve kimlerdir dersiniz?

İsteyen düşünebilir…

Düşünmek isteyen düşünsün…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?