YERLİ MALI KULLANMAYI NASIL BİTİRDİK MEVCUT DEĞERLERİMİZİ NASIL YİTİRDİK

YERLİ MALI KULLANMAYI NASIL BİTİRDİK MEVCUT DEĞERLERİMİZİ NASIL YİTİRDİK

Üzerinde düşünmeye değmez mi?
Bence değer…

Sevgili dostlar,
Değerli canlar,

Bilenler biliyor da…
Bilmeyenler için söyleyecek olursam;
Benim bu sayfa üzerinde yaptığım sohbet, aynı zamanda ve bir gün sonra ‘Giresun Gündem Gazetesindeki’ köşe yazısı olarak tekrar yayınlanıyor…

Yani kısaca demem o ki;
Yaptığımız sohbet yazıları -bazılarına göre- uzun oluyor…
Onun için baştan uyarmadı demeyin;
Bugünkü sohbet yazımızda uzun olabilir..
(uyarımı yaptıktan sonra şimdi konuya girebilirim)

Yaşı ileri seviyede olanlarda çok iyi bileceklerdir ki;
1946 yılından 1983 yılına kadar 12-18 Aralık tarihleri arasında ‘Yerli Malı Haftası’ kutlanırdı…
1983 yılında buna ‘tutumluluk’ da eklenerek ‘Yerli Mali ve Tutum Haftası’ olarak kutlanmaya veya etkinlikler yapmaya başlandı..

Ancak, böyle bir yolculuğun yapılmasına neden gereksinim duyulduğunu -çok kısa başlıklarla- Osmanlının duyunu umumiye (dış borçlanmasından) söz edip, günümüze kadar nasıl bir yol alarak geldik?
Kilometre taşlarının üzerine basarak ve kısa başlıklar halinde söz etmek istiyorum…

Osmanlının 1854 yılından Cumhuriyetin kuruluşuna kadar yaptığı 145 milyon Osmanlı altını (paraya çevrildiğinde) yaklaşık 500 milyar lira dış borcu, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu borcu ‘Lozan Görüşmelerinde’ kabul etmiş ve üstlendiği borcu da 1954 yılında ödeyip bitirmiştir.

Şimdi biz izninizle tekrar 1929 Dünya Ekonomik Buhranına geri dönelim ve bu tarihten başlayalım yapmak istediğimiz yolculuğa.

Yıl 1929 tüm dünyayı sarmalayan ekonomik bir bunalım…

Yıl 1929 tüketim kültürünü önlemek ve tasarrufa yönlendirmek amacıyla ‘Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’ kurulur..

İlk Başkanı; TBMM Başkanı Kazıp Özalp…
Bir numaralı üyesi ise: Mustafa Kemal Atatürk’tür..

Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık felsefesi;
“Ekonomik bağımsızlık olmadan, tam bağımsız olunamaz”

Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kurulunca “Yemin ettik yerli malı kullanmaya” sloganı ön plana çıkar…

Ardı-ardına fabrikalar kurulur…
Ardı-ardına Sümer üretim fabrikaları ve İş Yerleri açılır…
Dışarıdan gıda alımı yapmamak için modern tarım çalışmaları ön plana çıkarılmaya çalışılır…

Ülke herhangi bir dış saldırıya maruz kaldığında el-oğluna avuç açmamak için kendi silah fabrikalarımız kurulur…
Uçak imalatı yapmaya başlanır…
Şeker fabrikaları, çimento fabrikaları…
TEKEL başlığı altında sigara ve çay fabrikaları..
Vesaire. vesaire..
Atatürk bu dünyadan ayrılana kadar kendisi sağlığında tam 46 büyük fabrika ve yüzlerce irili-ufaklı iş merkezleri açmış ve onlarca develete ait çiftlikler kurmuştur…

Biliyorum bu gerçekleri tekrar anımsayınca canınız sıkılmaya başladı..
Bunu tahmin ettiğim için şimdi biraz daha hızlı ritmle ve kısa başlıklar halinde anlatacak olursak;

Yıl: 1940
Köy Enstitülerinin kuruluşuyla birlikte üretim birdenbire ayağa kalkar…
Ama bu üretim biçiminden dışarıdan birileri rahatsız olur…
Bu rahatsılık duyan ülkenin adı Amerika’dır…

Ve hemen çarçabuk ‘ikili ilişkilere’ girilir…
Köy Enstitülerinin kapatılması istenir…
“Siz üretip de ne yapacaksınız, bizim ürettiklerimizden yiyin-için” der…

Derken, kendi askerlerinin ‘savaş artığı’ unuydu…
Süt tozuydu…
Balık yağı idi, balık hapı, kısırlık hapı…
Marşal Yardımı derken; millet hapı yuttu!

Gelindi 1950’li yıllara…
Ve dönemin yönetimi şöyle bir slogan atıverdi ortaya;
“Her Mahallede bir milyoner yaratacağız.”

Ve gele-gele gelindi 1960’lı yıllara…
1961 Anayasasının kısmi özgürlüğünden yararlanan 1968 kuşağı denilen ve ulusunun yerel değerlerini savunan bir gençlik çıkıverdi ortaya…

Ve bu önü beri alınmaz, iflah olmaz gençlik başladı şu sloganları atmaya;

“Yerli Mallar Haftasında Emperyalizme karşı İkinci Milli Kurtuluş Savaşını hızlandıralım.”

Aman yarabbim; bakar mısınız şu -kökü dışarıda olan- anarşist kılıklı gençliğin attığı attığı slogana!

Ya şunlara ne demeli;
“Kahrolsun yeraltı ve yer üstü kaynaklarımızı çar-çur eden yabancı Maden şirketleri”

“Kahrolsun petrol sahalarını kapatan yabancı petrol şirketleri”

“Kahrolsun milli sanayi kurulmasını önleyen yabancı ve yerli montajcılar.”

“Kahrolsun yabancı sermayenin hakimiyetini kılan ve harp sanayimizi ortadan kaldıran NATO, CENTO ve İkili anlaşmalar”

“Yaşasın Amerikan emperyalizmine ve yerli ortaklarına karşı savaşan tüm Türkiye halkı”
İMZA: Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu.”

Gördünüz mü şu-kökü dışarıda olan-gençliğin attığı sloganları!
Sizi gidi anarşistler sizi!
sizi gidi komünistler sizi !
Sizi gidi vatan hainleri sizi!
Amerikalı dostlarımızdan nasıl ayırmak istersiniz bizi?!

Bu suçlamalardan bizlerde nasibimizi aldık…
Çünkü bizlerde Amerikan emperyalizmine karşıydık…
Hatta onların Coca-Colalarını içmeyi boykot ettiğimiz gibi…
Tüm Amerikan menşeli gıda ve sigaralarını da protesto eder ve kendi yerli sigaralarımızdan ‘BİRİNCİ’ sigarası içerdik..

Mitinglerde ulusal değerlerimizi savunma adına;
“Madenlerimizi yabancılar işletmiş,
Yüzde altmış beşi Yankeye gitmiş,
Suçumuz bağımsız ülke istemekmiş,
Niye üzülelim, niye susalım” diye hep birlikte haykırırdık..

Canınızın iyiden iyiye sıkıldığını biliyorum canım…
Sıkmayın canınızı; birkaç kilometre taşına daha basarak zaten bitiriyorum…

Örneğin alın size Demirel’in başbakan ve ekonomik kurmayı Özal’ın piyasaya sürdüğü 24 Ocak Piyasa yasası…

Ardından 8 ay sonra 12 Eylül’de Amerikalıların ‘bizim çocuklar’ dediği faşist 12 Eylül darbesi…

Darbe anayasası…
Faşist cuntanın sivil uzantısı…
Ve sonrası…

Ağırdan-ağırdan, yavaştan-yavaştan, ısıta-ısıta, çaktırmadan, alıştıra-alıştıra Cumhuriyet döneminin ilk çeyrek yılında ve daha sonrası ne kadar kamuya ait mülkiyet varsa, özelleştirme ve güzelleştirme kılıfı adı altına eşe-dosta ve küresel güç sahibi arkadaşlara hepsi devredildi…

Eeeeeeeee?
Şimdi belki diyeceksinizdir ki; “yahu sen yerli malı haftasıyla girdin konuya da, buralara kadar nasıl geldin?” diye…
Düşünenleriniz var mıdır, yok mudur onu bilemem ama…
“Geldik işte” diyeceğim ama demiyorum…

Çünkü elde-avuçta ‘yerli malı’ kalmamışsa…
Neyimiz var-neyimiz yok; hepsi bir şekilde satılıp elden çıkarılmışsa…
Borç almak için el-oğlunun önünde diz çöküp el-avuç açılmışsa!
Doğmuş çocuklar başta olmak üzere, bundan sonra doğacak çocuklar dünyaya gözlerini elin-oğluna borçlu açıyorsa!
Kısacası; elde-avuçta yerli malı olarak hiçbir şey kalmamışsa…
“Yerli Malı Kullanma” etkinliği yapmanın bir alemi yok ki…

Bundan sonra kutlansa kutlansa ve göğsümüzü gere gere;
“Yabancı Marka Kullanıyorum Haftası” kutlayabiliriz diye düşünüyorum…
Sizce de öyle değil mi?
Her neyse…

Hoşça kalın,
Sağlıkla kalın…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?