Geçtiğimiz hafta sonu herkes Beşiktaş ile Fenerbahçe arasındaki Ziraat Türkiye Kupası maçın izlerken, televizyonlardan bir “son dakika” haberi geçti.
Varlık Fonu kurulmuştu.
Kupaya adını veren Ziraat Bankası fona devredilmişti.
Başka önemli kamu kurumlarının da fona devredildiği alt yazı olarak ekranlardan geçmeye başladı. Borsa İstanbul, BOTAŞ, Çay Kur, Türksat, Eti Maden, Türk Telekom’da bulunan hazineye ait hisseler (% 6.68), Halk Bankasının % 51.11’i, THY’nin % 49.12’si KHK ile fona devredilmişti.
Sonra çoğu Ege ve Akdeniz’de olan 2,3 milyon metrekare olan hazine arazisinin de fona devredildiği açıklandı.
Daha önce de Milli Piyango, şans oyunları ve at yarışları fona devredilmişti.
Böylece Varlık Fonunun yapısı güçlendirildi.
Ayrıca Varlık Fonu’na, Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na ait 3 milyarlık kaynak, üç aylık borç olarak aktarıldı.
Kısa zaman sonra da fon yöneticileri açıklandı.
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Yiğit Bulut, İstanbul Medipol Üniversitesi’nden Sabah Gazetesi yazarı prof. Kerem Alkin, Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Karadağ ve Piri Reis Üniversitesi Rektörü Oral Erdoğan’ın ismi Varlık Fonu yöneticisi olarak açıklandı.
Başkanlığına ise Özelleştirme İdaresi Başkanlığını yapan Mehmet Bostan getirildi.
*** ***
Varlık Fonu, başka ülkelerde de var. Ancak o ülkeler bütçe fazlası veren ülkeler. Ya da petrol geliri yüksek olan ülkeler.
Bizim ne bütçe fazlamız var. Ne de petrol gelirimiz var.
Kaldı ki; 2015 yılı bütçe açığımızın 22,6 milyar lira olduğu bizzat Maliye Bakanı Ağbal tarafından açıklandı. 2016 yılı açığımız ise 29,3 milyar lira olmuştur.
Demek ki ülkemizde Varlık Fonu, bütçe fazlasını değerlendirmek amacıyla kurulmamıştır. O halde neden kurulmuştur?
Bu sorunun yanıtını vermeden önce şu bilgilerin altını çizelim.
Varlık Fonu, Sayıştay ve TBMM denetimine tabi değildir. Kamu İhale Kanunundan muaftır. Sermaye Piyasaları Kanunundan da muaftır. Fon yöneticileri Devlet Memurları mevzuatına tabi değildir.
Bu özelikleri ile tamamen keyfi yönetime açıktır.
Ayrıca Varlık Fonu devlet bütçesi dışında paralel bir bütçe özelliğine sahiptir.
Kamuoyunda çok bilinmese de bir başka durum daha vardır. O da şudur. Varlık Fonuna devredilen kurumların 2016 yılında ülke bütçesine katkısı 5 milyar liradır.
Şimdi hazine bu gelirden mahrum kalacaktır.
Bu da bütçemizin daha fazla açık vereceğini göstermektedir. Ya da bu kaybı telafi için halkın sırtına daha çok vergi yüklenecektir.
Veya başka kalemlerden bu kaybı telafi edecek gelirler elde edilmesi yoluna gidilecektir.
Her zaman olduğu gibi yük yine halkın sırtına yüklenecektir.
*** ***
İktidar yetkilileri, fon yolu ile büyük yatırımların gerçekleştirileceğini söylüyor. Oysa son yıllarda büyük yatırımlar, hazine garantili yap-işlet-devret modeli ile gerçekleştirilmektedir.
Osmangazi Köprüsü, 3. Havaalanı, Yavuz Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli ve Çanakkale 18 Mart Köprüsü bu modelle yapılmış veya yapılmaktadır.
O zaman Varlık Fonu ne amaçla kurulmuştur?
Türkiye’nin kısa vadeli dış borçlarına baktığımızda karşımıza ciddi bir tablo çıkmaktadır. Bir yıl içinde vadesi gelecek olan borç stokumuz 167,6 milyar dolardır.
Bu borcun iç kaynaklar ile ödenmesi zordur.
“Tulumbada su kalmadı” sözü bizzat Başbakan tarafından dile getirilmiştir.
O zaman borcu ödemek için yine borç bulmak zorundayız. Bununda zorlukları vardır. Kredi derecelendirme kuruluşları not indirimine gitmişlerdir. Yabancı sermaye girmemektedir. Borç bulmakta da zorluklar vardır!
İşte Varlık Fonu’nun kurulmasının ana nedeni budur.
Varlık Fonu, devraldığı kurumları ipotek ederek, bu kurumları teminat göstererek yabancılardan borçlanmaya çalışacaktır.
Ayrıca 2,3 milyon metrekarelik hazine arazisini, ihale mevzuatından aykırı olarak istediği gibi yabancılara (başta Araplara) satarak gelir elde etmeye çalışacaktır.
Yakın gelecekte kolayca yabancı alıcı bulabilecek başka hazine arazilerinin de Varlık Fonuna devri gerçekleştirilebilir.
Karadeniz yaylaları da bu kapsamdadır!
Bu açıdan bu bir varlık fonu değildir. Bu bir borçlanma fonudur.
Denetlenemeyeceği içinde iktidarın talimatlarını kolayca yerine getirecektir.
İktidarın tulumbasına su taşıyacaktır!
Ancak yakın gelecekte ülkemizi ciddi bir tehlike beklemektedir. Öyle borç yiğidin kamçısı filan değildir. Borç yiyen kesesinden yer!
Bugün kısa vadeli dış borçları ödemekte nasıl zorlanıyorsak, yarın Varlık Fonu üzerinden kamu kurumlarını ipotek ederek aldığımız borçlarının ödeme zamanı gelecektir.
O zaman ne yapacağız?
İpotekli kamu kuruluşları teker teker elimizden çıkacak mıdır? Gidişat öyle görünüyor!
Bu durum yeni Duyun-u Umumiye olmaz mı?
Elbette olur… İktidarın çok övdüğü, adına sempozyumlar düzenlediği, 2. Abdülhamit’in çıkardığı Duyun-u Umumiye’nin günümüz versiyonu olur.
Çünkü iktidar, yıllardır mirasyedi ‘haylaz evlat’ gibi davranıyor…