NE DENİLDİ, NEREDE YANLIŞ YAPILDI?

NE DENİLDİ, NEREDE YANLIŞ YAPILDI?

Yıllardır hep konuşuldu, ama unutuldu gitti.

“Dün dündür, bugün de bugün” deyip, geçmişten ders çıkarıp geleceğe yön veremedik.

Günlük, hatta anlık düşünmeyi bize sevdirdiler.

Çoğunluk için dün geçti, yarın gelmedi, öyleyse anı yaşamaya bak düşüncesi gelişti.

Gereksiz ve boş konuştuk, fazla düşünmeye gerek yok anlayışını benimsedik.

Birileri benim, senin, onun adına düşündü, uygulamaya koydu, memnun olduk.

“Aklını kiraya verenler” için en kolayı ve iyisi bu oldu, rahata erdiler.

Siyasetçilerin çekim alanlarından bir türlü kurtulamadık.

Tamamının anlattıkları “Anderson’dan Masallar”a hep kandık.

Yanlışa tanık olduğumuz halde,  “olmaz, yapmaz, iftira atılıyor” dedik.

Öyle inandırıldık ki,“Babama güvenmem, O’na güvenirim” diye sahiplendik.

Çok şey bildiğimizi zannettik, öngörülerimizin çoğunluğu tutmadı.

Olayların analiz, sentezini yapıp çözmek yerine kaderciliği seçtik.

Demokrasi diye feryat ettik, muhalefete katlanamadık.

Olur, olmaz yere hep eleştirdik, eleştirilmeyi sevmedik, özeleştiri yapmadık.

Önce ve sadece ben dedik, daha sonra yakınlarımızı koruyup, kollamayı tercih ettik.

Çalışmadan, üretmeden, kolay para kazanma yollarını denedik.

Üretelim, üretici olalım dedik, tüketici olduk.

Çalışanla çalışmayanı, başarılı ile başarısızı, üretenle tüketeni ayıramadık.

Kayıt altına alınan ekonomik düzen yerine, kayıt dışı ekonomi, o an işimizi gören kara ve nereden geldiği belli olmayan sıcak paraya değer verdik.

Yaş ortalaması 35 dolaylarında bulunan, yaşamı süresince ne iş yaptığı bilinmeyen gençler onlarca milyon dolarlık gemi filoları, şirketler kurdu, kaynağını soramadık.

Türkiye’nin yüzde on beşlik cari açığını ben karşılıyorum diyen delikanlı, TV’de Türk Bayrağı fonu önünde saatlerce konuşturuldu, “ yaşa, bravo” naralarıyla alkışladık.

“Bal tutan parmağını yalar”, “minareyi çalan kılıfını hazırlar” sözlerini kanıksadık.

Eğitim, sağlık çok önemli dedik, bütçeden en az payı ayırdık.

Gençler iyi eğitim görmeli dedik, onları popüler kültürün etkisinden kurtaramadık.

Her çocuğun dört, beş bin dolar borçla doğmasına göz yumduk.

Kamuda nitelikli elaman sıkıntısı var denildi, çözüm bulmadık.

Dünyanın en fazla makam arabasına sahip olunca, güçlü ülkeyiz diye mutlu olduk.

Kadınları eğitip bilinçlendirme yerine, erkeklere bağımlı olmasını, evde oturmasını ve en az üç çocuk yapmalarını salık verdik.

Onları dövme ve öldürmede dünya birincisi olduk.

“Hak etmiştir, karnından sıpa, sırtından sopa eksik edilmemeli” diyenleri haklı gördük.

Niteliksiz kişileri baş tacı ettik, beyin takımını kaybettik.

Dünyanın en büyük 17. Ekonomisini yarattık, hızla büyüyoruz dedik, halkın refahını artırıp, işsizliği azaltamadık.

“Camiler yıkıldı, ahır yapıldı…” yalanlarına inandık.

“Camiye ayakkabı ile girdiler, içki içtiler” dediler, “ hayır böyle olmadı, yanlış bilgi, ben yalan söyleyemem” diyen görevli imamı sürgüne gönderdik.

Görsel, yazılı ve sanal medyada, bizzat tanık olmuşlar gibi aylarca “Kucağında çocuğu bulunan kızımıza saldırdılar, hakaret ettiler, üzerine … yaptılar” diye yalan söyleyenlere kandık ve doğrudur dedik.

Birilerine özenerek “Dicle kenarında kaybolan koyundan biz sorumluyuz” diyenlere aldandık, sözlerini tutmayanlara böyle demiştiniz diyemedik.

Kadrolaşma, kayırma ve korumacılığı savunup, nitelikli insanlar yerine fırsatçıları, el ovuşturup, “padişahım çok yaşa” diyen sıradan insanları koruduk.

İlkokul mezununa açık öğretim adı altında üniversite diploması verdik ve yönetimde üst makamlara getirdik, böyle olmamalı tepkisi veremedik.

Ülkenin geleceğini, toplumun tamamını doğrudan ilgilendiren eğitim amacından saptırılarak siyasi ideolojilerin arka bahçesine dönüştürdü, sesimiz çıkmadı.

Sorunların tanısını koyduk, tedavide yol alamadık.

Araçların görünen yerlerine “Allah Korusun” yazdık, en fazla kaza yapan ülke olduk.

Altyapı çok önemlidir dedik, önce üstyapıyı bitirdik.

Siyaseti hizmet ve proje üretmek yerine, güç elde etmek, çıkar sağlamak için yaptık.

“Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” dedik, vergi vermemek için her yolu denedik.

Yıllardır, AB’ye gireceğiz diyenlerin masalını dinledik, ne oldu diye sormadık.

Avrupa atletizm şampiyonasına Kenya, Jamaika, Etiyopya, Küba, Güney Afrika’dan satın aldığımız 17 sporcudan milli takım oluşturarak katıldık, içlerinden birisi derece yapınca, 80 milyon nüfuslu ülkem insanı “Türkiye sizinle gurur duyuyor”  diye alkışladı, mutlu oldu, “bu nasıl iş…” diyemedik.

Anlaşılan o ki, yıllardır sadece konuşulmuş, tartışmadan öteye gidememiş, kısır bir döngünün içersinde yuvarlanıp gitmişiz.

Ve de ısrarla, yaşadığımız olaylardan ders almamak için direnmekteyiz.

İkinci Dünya Savaşı süresince yaklaşık 70 milyon kişinin ölümüne neden olan faşist diktatör Adolf Hitler; “Ben Dünya’ya insanları güçlü yapmak için gelmedim, onların güçsüzlüklerini kullanmak için geldim” der.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?