Üniversiteler;
Düşünce, bilim, bilgi, teknoloji üreten, yaşamın her alanındaki gelişme ve değişimleri çok iyi izleyen, bunları tartışarak toplumun hizmetine sunan, insanlığı ilgilendiren tüm dallarda öncülük yapan,
Bilimsel, sosyal, kültürel, sportif etkinliklere ileri düzeyde katkılar sağlayan, kendine özgü atmosferi ile, sadece öğrencilere yönelik değil, bulunduğu ildeki halk için de farklı bir ortam yaratan ve sunan kurumlardır.
Aklın, bilimin egemen olduğu yerler olup, ulusun gelişmesinin en etkili silahıdır.
Çağdaş demokrasilerde devlete yönetici ve siyasetçi yetiştirir.
Ekonomiye yetişmiş insan gücü sağlar.
Ulusal kalkınmaya çok büyük katkılarda bulunur.
Bilimsel çalışmalara önderlik yaparak, ülke ve toplumun kalkınmasında en önemli görevi üstlenmek zorunluluğu bulunmaktadır.
Sadece bilimsel değil, sosyo ekonomik ve kültürel alanlarda da önderdirler.
Siyasetten ekonomiye, ticaretten insan haklarına, yaşamın olduğu her alanda liderlik yaparlar.
Kendilerini toplum ve ülke sorunlarına kapatamaz, gerçeklerden soyutlayamazlar.
Sürekli olarak bilim ve bilimselliği önde tutup, bilim üreterek araştırır, geliştirir, topluma yol göstericilik yapmaları önceliğidir.
Değişik siyasal görüş, inanç, etnik yapı, düşünce ve yaşam biçimleri özgürce ifade edilerek tartışılır, tahammül gösterilir.
Onlar için demokrasi olmazsa olmazları olup, sırtlarını dönemezler.
Toplumsal yaşantının içersinde olup, görmezlikten gelemezler.
Öncelikle bulunduğu kentin sorunlarına karşı duyarlı olmak, projeler üreterek yaşama geçirilmesi için çaba gösterirler.
Bu kurumlar gençlerin; Özgür ve bilimsel düşünme gücüne sahip,
Çağdaşlığı, gelişim ve değişmeyi yaşam biçimi olarak benimseyen,
İnsan haklarına saygılı, demokrasi, hukukun üstünlüğüne inanan ve sorumluluklarının bilincinde,
Yaratıcı, yapıcı ve üretken bireyler olarak yetişmelerinde çok önem taşımaktadır.
Başarılı eğitim-öğretim yöntemleriyle, öğrencilerini de araştırma dünyasının içinde yoğurarak “kendisine, ailesine, yurduna, ulusuna, insanlığa” karşı duyarlı, sorumluluk duyan bireyler olarak yetişmelerini sağlamak gibi çok önemli görevleri bulunmaktadır.
Ancak, “bilim ve bilimsellik” bütün görüş ve düşüncelerin kesişim noktası, ortak paydası olmalıdır.
Bilimsel liyakat üniversitelerin tek yönetim ilkesidir.
Tüm çalışmaların bilimsel ve ayrıntılı olarak yapıldığı üniversitelerden çalışma, tutum, davranış olarak beklentiler çok yüksektir.
Kent yönetimi, sivil toplum örgütleri, kamu kurumları ile birlikte çalışılması başarıya ulaşılmasını kolaylaştıracaktır.
Burada ilin konumu, sosyo-kültürel yapısı, iyi yönetim, akademik kadronun niteliği ve kendisini çevresine ifade edebilmesi çok önem taşır.
Küçük illerdeki en büyük sıkıntı yerelleşmenin terk edilememesidir.
Bu durumun etkisi altında kendisini geliştirmede zorlanıldığında, topluma öncülük yapması gereken üniversite, aydınlatıcı olma özelliğini kaybetme ve durağanlaşmaya başlar.
Böylece gerçek işlevini yerine getirmede zorlanarak yerel etkilerin altında kalır ve zamanla gelişme durur.
Özgür ortamlarda gelişmesini sürdüren bilim, iklimini bulamadığı zaman yok olmaya yüz tutacaktır.
Asıl tehlike ise, yerini bağnazlığa terk etmesi olacaktır.
Üniversitenin ana felsefesi, ilke ve amaçlarından tamamen habersiz, bu kurumlara esnaf gözüyle bakmaya çalışanlar, siyaseti de aracı kılarak toplum üzerinde etkili olmaya başlayacaklardır.
Sorun, kendilerine yakın sivil toplum örgütleri ve bulunduğu yerin ekonomisine hükmetmeye çalışanlardan destek alan siyasetçilerin, üniversiteleri dolaylı olarak yönetmeye kalkışmalarıdır.
Asıl tehlike budur.
12 Eylül darbesinin faşist-askeri diktasının kurduğu YÖK, üniversitelerin ilke ve hedeflerini geliştirmesine engel olmuş, lise üzerinde “lise” öğreniminin yapıldığı okullar görüntüsünden öteye geçememiştir.
Altyapısını sağlam temellere dayandırmadan, siyasi popülizmin baskısı altında her yere üniversite açarsan sonuç bu olacak, böylece ilgisi olmayan, kendini bir yerlerde görenler rektör atamalarında kendilerini yetkili göreceklerdir.