MESLEKTE İLK SÜRGÜNÜM VE PETROL BULMA ÖYKÜM

MESLEKTE İLK SÜRGÜNÜM VE PETROL BULMA ÖYKÜM

 

Dereli-Konuklu ve çevre köylerinde “Koza Altın İşletmeleri A.Ş.” yeraltı ve yerüstü ‘altın arama’ öyküsü gündeme düşünce, bende yıllar öncesi Bulancak- Derecikalan Köyü okuluna sürgün gittiğimde, günlerden bir gün Kızılev (şimdi bu köyün adı yanılmıyorsam Aydınlar oldu) iki köyü birbirinden ayıran derenin kenarında petrol bulmuştuk…

Yaşadığımız bu petrol bulma öyküsü şöyle başladı ve şöyle sonuçlandı; 12 Mart darbesi olmuş ve sağa-sola savrulması gereken yurtseverler ve devrimciler teker-teker savruluyor!

Benim şansıma ve kısmetimede; Dereli-Meşeliyatak Köyünden, Bulancak-Derecikalan Köyüne yolculuk çıktı…

Derecikalan köyü; Bektaş yaylasına yakın ve Bulancak ilçesinin en yüksek ve uç noktadaki köyü…

O tarihlerde Bulancak’a çok uzak…

Çünkü doğru-düzgün yol yok…

İlçe merkezinden birkaç öğretmen bir jep kiralıyorsun ve Pazarsuyu istikametinden küçücük bir jeepin zor sındığı dar yollardan geçerek ve yavaş, yavaş köylerin yüksekliklerine çıkarak ve Tepe Köyü biraz geçtikten sonra jeep daha fazla ileriye gidemiyor ve iniliyor…

Çünkü büyük heyelan (uçuk) yol bağlantılarını kesiyor…

Ve başlıyorsun yürümeye…

Önce (aklımda kaldığı kadarıyla) bir saat yürüdükten sonra; bir karakol, okul ve birkaç dükkan ve camiden oluşan Kovanlık yerleşkesine varıyorsun…

Bir müddet dinlendikten sonra da, tabanlara kuvvet yola giriyor ve dört-beş saat daha yürüdükten sonra da Derecik Alan köyüne varıyorsun…

Kusura bakmayın, geçmişimdeki maceralı yolculuğa dönünce istemeden de olsa, fazla ayrıntıya girdim biliyorum… Artık o kadarını da hoş görürsünüz…

Dedikten sonra, hatta ‘petrol bulma’ işine geçmeden önce izin verirseniz şu küçük ayrıntıyı da söylemek istiyorum.

Benim bu yolculuğum karne tatili bitimi sonrası gidiyorum ve ben ikinci dönem, yani şubat ayında gidip; yeni eğitim-öğretim yılını açacağım…

Çünkü birinci dönem öğretmen yokluğundan okul kapalı…

Belki de köy çok uzak olduğu için öğretmen ataması unutulmuş!…

Ta ki ben akıllarına gelip sürgün edilene kadar!

Beni şaka yapıyor zannedip, inanmıyorsunuz değil mi?

Vallahi de doğru, billahi de…

Ben ikinci dönem köye vardım da çocuklar öğretmen yüzü gördü!

Her neyse…

Şimdi sıra geldi ‘Petrol Bulma’ işine…

Cuma günleri Kızılev (Evren 12 Eylülde kızıl sözcüğünü sevmediği için) Aydınlar köyüne çevirmiş.

İşte bu köy biraz daha merkezi olduğu için yiyecek-içecek gereksinimlerini Cuma günü bu köye giderek giderilebiliyor. Benim okulda olmam gerektiği için ekmek, gaz, sigara ve benzeri gereksinimlerini köyün baş azasının oğlu; Tevfik denilen bir genç var (daha sonra öldüğünü duydum) ona ısmarlamıştım.

Akşama doğru Tevfik benim eksiklerimi aldıktan sonra kaldığı evin kapısından soluk-soluğa, girmesiyle konuşması birbirine karışırcasına; “Hocam, hocam… Derenin üzerinde ne gördüm biliyor musun?” sözünü tekrarlayarak içeri girince bende; “Ne gördün Tevfik?”

“Hocam derinin üzeri masmavi olmuş”

“Eeee?”

“Hani yolda arabaların mazotları, benzinleri yola dökülürde, göl olunca halka-halka masmavi olur ya işte öyle olmuş”

Ben “Ne olmuş olabilir?” demeye varmadan, Tevfik devam ederek;

“Hocam, köprüye sapmadan önce bu nereden geliyor diye biraz derinin üst tarafına doğru gittim. Birde ne göreyim?”

“Ne gördün?”

Üç-dört parmağını birleştirerek öne çıkarıp; “Bu kalınlıkta küçücük bir su fışkırıyor derenin iki-üç metre yukarısından ve dereye akıyor. Elimi bu fışkıran suyun üstüne tuttum ve elim yağ gibi oldu. Acaba ne olabilir?” deyince, bende;

“Petrol olabilir”

“Petrol mü?”

“Evet petrol”

İlla kendi anladığı şekilde ikna olmak istercesine; “Yani şu bizim bildiğimiz gazyağı veya benzin gibi mi?”

“Evet, onların ham maddesi” dedim ama bu kez benim heyecanlarım doruk noktasına çıkmaya başladı…

Nasıl başlamasın birader, kanımız, heyecanımız, nabzımız sabah-akşam devrim-devrim diye atıyor!

Yurt sevgimizi hiçbir kuvvet engelleyemiyor!

Miting meydanlarında hep şu türküyü söylüyoruz;

“Madenlerimizi yabancılar işletmiş,

Yüzde altmış beşi yankeye gitmiş,

Suçumuz bağımsız ülke demekmiş,

Niye üzülelim, niye susalım” diye bangır-bangır bağırıyor ve petrolümüzü ve yeraltı zenginliklerimizin değerlendirilmesini kendimiz istiyoruz…

Zaten de böyle olduğumuz için sürekli cezalandırılıyoruz!

Her neyse…

Genç Tevfik ile iki boş gaz şişesi alıp, el kadar petrolün fışkırdığı derenin kenarına indik…

Şişeyi iyice temizledikten sonra (Gerçekten de Tevfik’in dediği gibi bu kol kadar fışkıran su koskoca derenin üzerini masmavi, halka-hala edivermiş) iki şişe suyu aldıktan sonra eve döndük, ben daha sonra bu iki şişe petrol suyunu bir rapor tutarak, valiliğe ve Etibank’a gönderdim.

Gönderdiğim sular eksperler, teknik mühendisleri inceledikten sonra bu haber hem o tarihlerin Tercüman gazetesinde haber oldu, hem de valilik bana bir yazı yazarak, gönderilecek mühendis heyetiyle ilgilenmem konusunda resmi yazı ile bilgilendirmişti…

Bana resmi yazı ile bildirilen tarihte bu ilgili mühendisler gelmedi…

Ben aha bugün gelirler, aha yarın gelirler diye bekliyorum ama ne gelen oldu, nede geleceğini daha haber veren…

Ben il merkezine inince Etibank’a uğrayıp, bu işle ilgilenen mühendislere nasıl sövüp-sayacağımı, nasıl yerden-eyere vuracağımın hesaplarını yapıyorum!

Nasıl yapmam arkadaş!

Ben ulusal kazanımlarımız için bir şey bulmuşum, heriflerin umurunda değil hırsıyla yatıp kalkıyorum adeta!

Sözü uzatmayalım, zamanı gelince il merkezine indim ve meydandaki Etibank şubesine uğrayarak, ilgili mühendislerle tanıştık.

Ben çok hırslı ve birazda eleştirel sitemle; “Kardeşim neden gelmediniz?” deyince, genç iki yaşıtım mühendis beni yumuşak bir ifadeyle ve birazda kendi devrimciliklerini tarif etmek istercesine; “Hocam, biz bir anlamda oraya bile-bile gelmedik. Gerçekten gönderdiğiniz suda petrol oranı yüksek ama rezervi ne kadar onu bilemeyiz. Üstelik hocam burada petrol olduğu ortaya çıkarsa, onu biz değil yine yabancı şirketler işletecek. En iyisi orda sessiz sedasız adresin içinde kalsın da ileride ülke olarak biz çıkarırız” diyerek, yarı yollu ikna ile daha sonra birbirimizden ayrıldık…

***

Şimdi düşünüyorum da; acaba biz bu yeraltı değerlerimizi hala kendimiz çıkaracak seviyeye gelmedik mi?

Bugün var olan yeraltı zenginliklerimizi acaba biz mi çıkarıyoruz, yoksa yine yabancı şirketler mi?

Üzerinde düşünmeye değmez mi?

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?