LEKÜM DÎNÜKÜM VE LİYEDÎN

LEKÜM DÎNÜKÜM VE LİYEDÎN

Kabûl etmek gerekir ki, millet olarak okuyan, okumayı seven insanlar değiliz. İstisnalar bir yana, ama dünya meşgalesinden veya zevke, sefaya ve eğlenceye ayırdığımız zamandan fedakârlık yapıp ta, ilmî veya dînî bir eser okuduğumuz fazlaca görülen olaylardan değildir. Buna rağmen, konuşurken mangalda kül bıraktığımız da pek fazla söylenemez. Dolayısıyla; müzik, bale, dans, sinema, tiyatro, her türlü eğlence ve zevk-ü sefa babında gayet iyi ve gayretli olmamıza karşılık, genel kültürümüz çok zayıf, dînî kültürümüz yetersiz, bilimsel halimiz de ortadadır.

Genel Tablodaki bu durum, manevi dünyamıza elbette olumsuz yansımakta, görüntüyü ve sesi epeyce bozmaktadır, amiyane tabirle, parazit yapmaktadır. Mevcut dini bilgilerimizi okuyarak, inceleyerek veya  araştırarak elde etmediğimizden; birikimlerimiz derme-çatma bilgilerden, kulaktan kulağa duyumlardan öteye geçemiyor. Neticede taklidi imandan tahkiki imana, icmali imandan tafsili imana terfi edemediğimizden, ibadetlerimiz amacına ulaşamıyor, kadük kalıyor. Dolayısıyla, ahlâken erozyona uğradık, buna bağlı olarak ta, insani ilişkilerimiz tehlike sinyalleri vermeye devam ediyor. Dış görüntüler kimseyi yanıltmasın, ağacın içini kurtlar yemekle meşgul. Yani kaportası sağlam, ama motoru hurda araçlardan fazla farkımız kalmadı.

İnanç sistemimizi ve ibadet dünyamızı bid’at ve hurafeler istila ettiğinden, “İslâm’ı algılama ve kabul” sahamız ibadet, zikir, hayır ve duadan ibaret kaldı; hayat dini  olan İslam’ı sistem olarak, bir bütün olarak benimseyemedik. Son bir-iki asırdır, hususen de son asır içinde dini hayatı:“mevlid okutmak, ilâhi- kaside söylemek, yedinci- kırkıncı-elli ikinci geceleri yad etmek, ramazan aylarında ücret mukabili hatim okutmak, adet kabilinden veya ar belasına ara sıra namaz kılmak, kandilleri kutlamak, kuru kuruya salât-ü selâm veya Kelime-i Tevhid okumak olarak kabullendik. Dahası acısı, ibadetlerimiz adet, adetlerimiz de ibadet olarak zihinlerimizde yer etti. Bu durumu insanlara izah etmek o kadar zorlaştı ki, deveye hendek atlatmak bunun yanında hiç mesabesinde kaldı.

Tahribat sadece bunlar sınırlı da  değildir. İslam’ı, eğitimini alarak, araştırarak kabul etmek yerine, atadan-dededen gördüğümüz gibi algılayıp-uyguladığımızdan, detaylı ve sağlıklı bilgilere sahip değiliz. Böyle olunca, Kur’an-a iman ettiğini söyleyen ve “dindar” olarak bilinen insanlar dahi, İslam adına hakikatleri konuştuğunuz zaman hiç çekinmeden, tereddütsüz olarak itiraz edebiliyor, isyana tevessül ediyor.

Bir kısım insanlar cehaletinden, bazıları nefsine ağır geldiğinden, kimileri menfaatlerinin zedelenmesi veya rızkının kesada uğraması endişesinden, bir takım insanlar siyasi saplantılarından ya da siyasi ikballerinin bozulma kaygısından, bazıları da muhtelif diğer nedenlerden dolayı bu girdabın içine girebiliyorlar. Ki bu, dini anlamda iflastır, intihardır.

Son zamanlarda maalesef öylesine garip ve acaip Müslüman türleri piyasada arz-ı endam ediyor ki… Diyalogcular, yenilikçiler, reformcular, modernistler, bana ne’ci- neme lâzım’cılar; say sayabildiğin kadar. Bu noktada iki hususa değinmek gerekiyor.

Tüm bunlara rağmen Ehl-i Sünnet itikadına sahip tebliğciler ve davetçiler elbette vardır ve mümkün olduğunca görevlerini yerine getirmenin gayreti içindedirler; ama sayıları az olduğundan etkileri de azdır, şimdilik. Zira “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali, eyyamcıların gürültüsü daha fazla çıkıyor, çünkü ağa-babaları nufüz sahibi, arkalarındaki odaklar güçlü.

Sırf Allah rızası için tebliğ ve irşad görevini eda etmeye çalışan bu eli öpülesi insanlar, doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar deyimini doğrularcasına sürekli horlanıyorlar, hakarete maruz kalıyorlar, yolları kesiliyor, mağdur ediliyorlar, bu birincisi.

İkincisi, Türkiye’li Müslümanları veya İslam Alemini  topyekün bu kategoriye sokmak elbette doğru değildir. Böylesine yanlışla iştigal edenlerin olmamasını gönül arzu ediyor, ama var; hem de fazla sayıda. Üstelik bu insanlar sadece avam tabakasına dahil de değil. Bu grubun içinde mürekkep yalamış, okumuş- yazmış ilim erbabı vardır; her kademede görevli akademisyenler, öğretmenler, marka sahibi adamlar, din görevlileri vardır; iş adamları, holding sahipleri, siyasetçiler, sporcular, sanatçılar, medya mensupları vardır. Bu grupta kimler yok ki? Bir kısım tarikat mensupları, cemaat liderleri, kanaat önderleri, askeri ve sivil zevat.

Ve bu insanlar genel olarak kendi bildiklerinden şaşmazlar, nasihat ve tebliği de genel olarak kabul etmezler. Zira her şeyin en doğrusunu ve en iyisini onlar bilirler…! Bu insanlar, nasihata, öğüde,  akıla da muhtaç olmadıklarını beyan ederler. Mecazi anlamda,“ağzınızla kuş tutsanız nafile.” Israr etmeye kalkar, bir-iki kelam etmek isterseniz biliniz ki, yakın bir zamanda önce tartışma, arkasından da kavga çıkacak. Anlaşılıyor ki, yapılacak en hayırlı hareket susmak ve o ortamı terk etmektir. Ama böyle durumlarda son söz olarak şunu da söylemek gerekir ki, yapılacak başka bir işlem de zaten yok: “Leküm Dînüküm Ve Liyedîn”

Selam, Hakk’a tabi olanlar…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?