Saygın, kaliteli, muteber ve kâmil insan olmanın bazı ölçü ve kriterleri olduğu herkes tarafından bilinir, kabul edilir. Bize göre bu ölçülerin olmazsa olmazı sağlam bir iman, güzel bir ahlâk ve Salih amel sahibi olmaktır. Ama biz bu söyleşide meseleye başka bir açıdan yaklaşmak istiyoruz. Zira bu üç haslete sahip olmanın yanında, saygı değer olmak için başka nitelikler de aranır. Ki, onlardan birisi de söylemi ile eylemi birbiri ile uyumlu olmaktır. Makbûl insan odur ki, ya olduğu gibi görüne veya göründüğü gibi ola, zikri ile fikri ayrı ayrı olmaya. Bu anlamda, insanın içi ile dışı mütenasip değilse veya ses ile görüntü uyum sağlamıyorsa, bu hayra alamet değildir. Bir iki misal verirsek, konu daha iyi anlaşılacaktır.
Bir kısım insanlar görürsünüz, ecdadımız Osmanlı’yı, Fatih’i, Yavuz’u, Kanuni’yi öve öve bitiremezler; dünyaya nizam veren ve medar-ı iftiharımız olan bu insanlarla gurur duyarlar. Fakat icraatı, duruşu, fikri ve zikri ile O insanlarla taban tabana zıt olan, benzerliği de bulunmayan bazı mevcut siyasileri aynı aşk ve şevkle savunurlar, severler, reklâm ederler, hatta ilâhlaştırırlar. Yani perhizle turşu aynı sofrada, hem perhize eyvallah, hem de turşu yemeye devam. Anlayabilene aşk olsun.
Söz gelimi Hz. Ebu Bekir’(RA)ın sadakatini ve kâmil imanını, Hz.Ömer(RA)ın üstün adaletini, Hz.Osman(RA)ın hilm’ini ve güzel ahlâkını, Hz.Ali(RA)ın ilmini ve cesaretini; diğer bazı Sahabe-i Kiram’ın meziyetlerini, sadakatini; mezheb imamlarının ve diğer İslâm alimlerinin faziletlerini, kerametlerini allandıra-ballandıra anlatan bir insan; övdüğü ve sevdiğini iddia ettiği bu mübarek zatların fikir ve ideallerini taşımıyorsa, en azından onlar gibi olmaya gayret göstermiyorsa; dahası, hâl ve hareketleriyle onlara ters düşüyorsa bu insan, Allah’ın verdiği nefes nimetini boşa harcamaktan ve gereksiz yere çenesini yormaktan başka bir iş yapmış olabilir mi? Bizden önce yaşayan, imanı ve ameli, ahlâkı ve fazileti ile destanlaşan bu muazzez insanlar üzerlerine düşen vazifeyi yerine getirmişler ve her fani gibi Dar-ul Beka’ya irtihal eylemişlerdir. Onların hayatlarını öğrenmek, onlar gibi olmaya gayret etmek elbette ki güzeldir. Ama önce aynaya bir bak, yaşadığın hayatın, sahibi olduğun fikir ve idealin, gerçek olmasını istediğin arzu ve heveslerin tahlilini bir yapıver, ne olup ne olmadığını bir düşün.
Çevresinde çok sayıda müridi, muhibbanı bulunan falan zat; Firavunların, Nemrutların, Ebu Cehil’in, Ebu Leheb’in ve bunlar gibi Allah düşmanlarının yaptıkları zulmü, işkenceyi, kötülükleri en ince ayrıntısına kadar anlatıyor da; onların yaptıklarını bugün yapanları göz ardı ediyorsa, hafife alıyorsa, deşifre etmiyorsa, onları dolaylı-dolaysız destekliyorsa veya destekleyene destek veriyorsa; bu tutumun ne anlama geldiğini kim, nasıl izah edeceks buyursun gelsin, anlatsın bizde fikir sahibi olalım. Günümüz dünyasında öyle Firavunlar, öyle Nemrutlar var ki, öncekilere adeta rahmet okutuyorlar. Çağdaş ve modern Ebu Cehil’lere, Ebu Leheb’lere karşı duruşunu, tavrını, bakış açını izah eder misin efendi? Bazı hadiseleri perdelemeyi, hedef saptırmayı, bilgi eksikliği olan veya yanlış bilgilendirilen saf insanları yanıltmayı vazgeçip, konumunun gerektirdiğini icra edemeyeceksen, sana Hesap Günü’nü, Mahkeme-i Kübra’yı, Mizan’ı, Cennet’i ve Cehennem’i hatırlatmaktan; hidayete erişmen için dua etmekten başka ne yapılabilir ki?
Bazı mucizelerin ve bir kısım kerametlerin açıkça zuhur ettiği, insanüstü olayların alenen yaşandığı İslâm Tarihindeki bazı savaşların, dini sohbetlerin vazgeçilemez konularını teşkil ettiğini birçoğumuz biliriz. Bilmesine biliriz de, O günleri bu günlere taşıyamayız nedense.
Geçmiş dönemlerde ehl-i küfrün Müslümanlara açtığı savaşlar; yapılan işkence ve zulüm, kin, kan, nefret ve ölümle, bu gün yapılanların ne farkı vardır, söyler misiniz? Önceki dönemlerde yapılanları en ince ayrıntısına kadar öğrenen, anlatan ve bunları kınayan insan; Sırp’ların Bosna’da, Rus’ların Çeçenistan’da, Yahudi’lerin Filistin’de, Çin’in Doğu Türkistan’da, Amerika’nın Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da sudan bahanelerle açtığı savaşları, yaptıkları işkence ve zulmü aynı şekilde kınamıyorsa, tepki göstermiyorsa, en azından buğzetmiyorsa, göz yumuyorsa,üstüne üstlük bir de destekliyorsa bu insanın kalbinde iman kırıntısı olduğunu kim iddia edebilecek? Konuşun hacı efendiler, hoca efendiler, şehy efendiler. Bu tiplemeler bırakın insan-ı kâmil olmayı, insan dahi olabilirler mi?
Peygamberimiz’in doğumundan iki ay önce Kâbe-i Muazzama’yı yıkmaya gelen Ebrehe’nin ordusunun başına gelenler ve o esnada ebabil kuşlarının gagalarında taşıdığı nohut büyüklüğündeki pişmiş çamurdan mermileri, üzerlerinde yazılı askerlere isabet ettirerek öldürmeleri Fil Suresi’ne konu olmuştur. Bu olay, tarihin ibret levhalarındandır, çok anlatılan kıssalardandır. İsimleri, donanımları ve mekanları ayrı olsa da; Ebrehe’nin orduları bu gün de mevcuttur. Sıcacık odalarda lüks koltukların üzerinde çayı yudumlarken, pastaları, börekleri, meyveleri yerken kıssaları anlatmak, eski zalimlere lânet okumak kolaydır da, günümüz şartlarında “ebabil kuşu” olmak epeyce zordur. Yiğitlik karanlığa küfretmek değil, bir mum yakarak, karanlığın ortasına koymak ve dünyayı aydınlatmaktır. Var mısınız, yok musunuz, onu söyleyin.
Bizden önce yaşayan övdüğünüz, sevdiğiniz insanların amel-i Salihleri kendi amel defterlerine; kötü insanların amelleri de kendi hesaplarına kaydedilmiştir. Siz sadece bunları anlatarak ömür tüketeceğinize, bu günkü mü’min-i kâmil, Salih iman sahibi, mücahit insanlara ne kadar yakınsınız, diğerlerine ne kadar uzaksınız, sevgi, muhabbet ve desteğiniz kimlerden yana, siteminiz ve buğzunuz kimlerden yana, onun hesabını bir yapın ve kendi halinize bir bakın. Samimi iseniz ve yüreğiniz yeterse, zahmet olmazsa eğer…
Selâm Hakk’a tabi olanlara…