Günlerden, hangi gün olduğunu umursamadığım zamanların, her hangi bir günüydü.
Hangi gün olduğunun hiç bir önemi yoktu.
Günün ismi değiştirmiyordu çünkü hiç bir şeyi.
Hem diyelim ki; günlerden pazartesiydi.
Ne fark ederdi ki! İşin önemli olan tarafı şuydu;
Günlerden hangi gün olduğunu umursamayacak kadar günümdeydim.
İncir çekirdeğini doldurmayacak kadar küçük sorunlarım bile yoktu benim.
Öyle ki; ne inciri severdim, ne de çekirdeğini bilirdim.
Bu yüzdendi belki, hiç bir sorunum yoktu benim.
Umursamıyordum hiç bir şeyi, mutluydum.
Tek bir şarkıya bakıyordu tüm mutluluğum.
Düşlerimin sokağına düşüyordu hep yolum.
Yolu kendime çıkan bir şarkının içinde buluyordum kendimi.
Yolu yolsuzluğa çıkan bir şarkının içinde büyüyordum!
Şarkı gerçeği söylüyordu.
Ben büyüyordum!
İncir çekirdeği büyüyordu!
İnciniyordum!
Acıyordum!
Acıma hikaye yazıyordum sonra.
İncir reçelini bile sevdiren aşkların ateşine d’üşüyordum.
Her hikayenin sonu aynı bitmiyordu işte.
Gökten üç elma düşmüyordu bu defa.
Gözden üç damla d’üşüyordu.
Ben d’üşüyordum!
O d’üşüyordu!
Biz d’üşüyorduk!
Hikayenin bittiği yerde başlıyordu hakikat.
Başa dönüyordum.
Baş başa kalıyordum yine kendim ile.
Başa çıkamadığım bir yalandan arta kaldığım kadarı ile.
Yeniden sarılıyordum kendime.
Kendimi kendim ile tamamlıyordum.
Kendimi kendim ile tam anlıyordum.
Anlıyordum anlamasına da hiç bir şey eskisi gibi olmuyordu işte.
Her şey aynı gibi görünse de tek bir şey, her şeyi değiştirebiliyordu.
Günlerden hangi gün olduğunu umursamadığım zamanların, her hangi bir günüydü.
Hangi gün olduğunun hiç bir önemi yoktu artık.
Günün ismi değiştirmiyordu çünkü hiç bir şeyi.
Hem diyelim ki günlerden pazartesiydi.
Ne fark ederdi ki! Benim için artık günlerden, her gündü.
Günlerden hangi gün olduğunun ne önemi olabilirdi ki?
İncir çekirdeği taşıyabilir mi bu derdi?
Gözlerimi dolduracak kadar büyük acılarım vardı benim.
Bitmesini hiç istemediğim acılarım vardı.
Öyle ki; acıyordum kendime, acım bitecek diye.
Çekiyordum çekmesine de bitmesinden korkuyordum.
Acımı seviyordum işte.
Sevdiğimden kalan tek şey o diye.
Ne kadar da çok şey anlatıyordu sevmek?
Ne kadar da çok şey öğretiyordu o acı.
Kitaplara sığmayan bir ilmi kalbime taşıyordu.
Kalbimden taşıyordu.
Zihnimiz kelimeler ile örülüydü ama mesele kelimenin haddini aşıyordu.
Kalbimiz kelimelerin kıyametini koparan bir hakikat ile örülüydü.
Kelimelerin kıyameti kopuyor, hakikati sessizlik anlatıyordu.
En büyük sözler söylenmezdi, bunu artık biliyordum.
Büyük sözler susuyorduk.
Ben susuyordum.
O susuyordu.
Kelimelerim kelimelerine küsüyordu.
Aynı şeyi anlıyorduk.
Aynı şeye ağlıyorduk.
Tüm kelimeleri aynı anda söyleyemezdik belki ama
Tüm kelimeleri aynı anda susuyorduk.
Yolu sessizliğe çıkan bir şarkının içinde susuyorduk gerçeği.
Yolu s’onsuzluğa çıkan bir şarkının içinde kayboluyorduk.
Şarkı gerçeği söylüyordu ama biz yine de susuyorduk.
Susmanın konuşmaya en susamışından bir hasretin yaşamına d’üşüyorduk.
Her hikayenin sonu aynı bitmiyordu işte.
Gökten üç elma düşmüyordu bu defa.
Gözden üç damla d’üşüyordu.
Ben d’üşüyordum!
O d’üşüyordu!
Biz d’üşüyorduk!
Nimetullah Yıldız
kelimelerinkiyameti@gmail.com