Çoğulcu demokrasiden bütüncül demokrasiye

Çoğulcu demokrasiden bütüncül demokrasiye

Ülkemizde ‘batıcılık’ kavramı nedense pek çok kimse tarafından yanlış algılanmaktadır. Osmanlının Tanzimat anlayışına yansıttığı ‘batıcılık’ ile Mustafa Kemal’in ‘batıcılık’ anlayışı farklıdır.

Tanzimat ‘batıcılığı’; bir öykünme, o dünyayı ‘üstün’ görme ve onları taklit etme veya onların telkinlerine göre adımlar atmadır.

Mustafa Kemal ‘batıcılığı’ ise batıdaki uygarlığı örnek almak ve kendi ülkesini de bu örneğe uygun olarak çağdaşlaştırmaktır.

Bağımsızlığını ve egemenliğini koruyarak… Taklit etmeden, telkin ve talimat almadan…

Tanzimat ve Islahat Fermanını Osmanlı hangi talimatlarla hazırladığı bilinmektedir.

Oysa Atatürk devrimleri talimatla değil, çağdaşlaşma amaçlı gerçekleştirilmiştir.

Bu nedenle Tanzimatçılık ile Cumhuriyet aydınlanması birbirinden farklı niteliktedir.

***

Ülkemiz, 12 Eylül 1963 Ankara Antlaşması ile Avrupa Birliğine üye olmak için ilk adımı attı. Bugüne kadar görev yapan hükümetler döneminde inişli çıkışlı uzun bir süreç yaşandı. Ülkemiz hala tam üye değil!

AB’nin bizi üye yapma gibi bir niyeti de yok!

Böyle olduğu halde, ülkemiz 1996 yılında Tansu Çiller’in “Ya gireceğiz ya gireceğiz” slogan nitelikli sözü ile Gümrük Birliğine girdi.

Adeta Lozan ile son verilen kapitülasyonları yeniden kabul etmiş olduk.

Bu anlaşma ile ne mi oldu?

Yine bir slogan sözle yanıt verelim. Onlar ortak biz ise Pazar olduk!

AKP, göreve geldiği 2002 yılından itibaren 2011 yılına kadar AB ile adeta ‘balayı’ dönemi yaşadı.

Bu süreçte 2004 yılı önemlidir.

15 Aralık 2004 tarihinde, Avrupa Birliği Parlamenterler Meclisi 407 “evet” oyuna karşılık 262 “hayır” oyu ile ülkemize “yeşil ışık” yaktılar.

Bu karar 17 Aralık 2004 tarihinde AB devlet ve hükümet başkanları “Türkiye AB’ye üye olabilir” kararı aldılar ve 3 Ekim 2005 tarihini müzakerelerin başlangıç tarihi olarak açıkladılar.

AKP iktidarının Başbakanı Erdoğan, Dışişleri Bakanı Gül çok mutlu idi.

AKP’li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’te çok mutlu idi. Öyle mutlu idi ki, güpegündüz Ankara’da havai fişekli kutlama gösterileri düzenliyordu!..

AKP iktidarında bayram havası yaşanıyordu.

Sonra AB iktidara “ev ödevleri” vermeye başladı. Açılan başlıklar konusunda “ev ödevlerini” iktidar giderek yapamamaya başladı.

Ağır aksak 2011 yılına kadar giden ilişkiler bu tarihten itibaren bozulmaya başladı.

***

Özellikle de OHAL süreci ve KHK’ lar ile yapılan uygulamalar ve otoriterleşme belirtileri gösteren adımlar bardağı taşırdı.

Ve 17 Aralık 2004 tarihinde ellerinde “evet” yazan pankartlarla ülkemize “AB’ ye üye olabilir” kararı veren Avrupa Parlamentosu, bu kez ülkemize “hayır” dedi.

Avrupa Parlamentosunun bu kararı bağlayıcı değildir. Tavsiye niteliğindedir. O tavsiye, Aralık ayında toplanacak AB Devlet ve Hükümet Başkanları toplantısında karara bağlanacaktır.

Ne olur bilinmez. Ancak AKP ile AB arasındaki ‘balayı’ dönemi bitmişe benziyor.

Aralık ayında AP tarafından alınan ‘üyelik görüşmelerini dondurma’ kararı onaylanmayabilir. Ancak ülkemize ve iktidara sert uyarıların geleceği de muhakkaktır.

Çünkü ABD BOP ile AB ise üyelik sürecini uzun tutarak “ev ödevleri” ile ülkemizi dönüştürmek istemektedir.

Bu plandan vazgeçilmediğine göre alınacak karar bugünden bellidir.

Çünkü izlenen havuç ve sopa politikasıdır.

***

İktidar yetkililerinin ve Cumhurbaşkanının AB’ ye yönelik sert söylemleri iç politikaya yönelik söylemlerdir.

“Şanghay Beşlisi” blöfü ise Avrupa Birliğinedir. ‘Başka seçeneğimiz var’ mesajı verilmek istenmektedir.

Tanzimatçılığın sonu budur.

Her konuyu ‘amaç’ için ‘araç’ olarak bakmanın sonu budur.

Mustafa Kemal Atatürk anlayışından uzaklaşmanın bizi getirdiği nokta budur.

Ne tam bağımsızlık kalmıştır. Ne de ulusal egemenlik.

Ne de Atatürk’ün hedefi olan ‘çağdaş ülkelerin üzerine çıkma’ hedefimiz kaldı…

Adım adım çoğulcu demokrasiden de uzaklaştırılıyoruz.

Çoğunlukçu bir ‘sandık demokrasisi’ anlayışı ile daha otoriter bir yolda ilerliyoruz.

Şanghay Beşlisi olarak bilinen devletlerin hepsinde tek partiye dayalı bütüncül demokrasi anlayışı var. Yani otoriter yönetimler var.

Çoğulcu demokrasi yasak!

Ülkemizde son yıllarda hızla ‘parti devleti’ olma yolunda ilerliyor.

OHAL ve KHK’ lar bu amaçla büyük bir fırsat. Bu nedenle yine uzatılması düşünülüyor.

OHAL ile gidilmesi düşünülen anayasa referandumu ile de halktan ‘onay’ alınmak isteniyor.

Her ne kadar adına “yetkilendirilmiş cumhurbaşkanlığı sistemi” deseler de içeriğine bakıldığında tam bir başkanlık sistemi amaçlanmaktadır.

Ne de olsa Şanghay Beşlisi ülkelerinin çoğunda başkanlık sistemi var!

Başkanlık sistemi ve bütüncül demokrasi uygulaması ile Şanghay Beşlisine üyelik isteği örtüşmektedir.

Oysa çözüm burada değildir.

Çözüm Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaşlaşma modelindedir.

Çoğulcu demokrasi anlayışındadır.

Ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık anlayışındadır.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?