Bundan bir önceki yazımızın başlığı; “Çevremizi Turizme açmak istedik/ Sabancı’yı yaylaya nasıl getirdik” şeklinde iken, sizinde farkına vardığınız üzere bu kez “Ancak istediğimizi elde edemedik” biçiminde değiştirdik…
Çünkü bundan önceki (1) numaralı yazımızın konusu; özet olarak Yayla Şenliklerinin ‘yola çıkışı’ ve bazı mahalli yöneticiler ve kanaat önderlerinin ünlü İşadamı Sakıp Sabancı’yı Kümbet Yayla Şenliğine getirilmesini kısaca anlatmak istemiştik…
Bir önceki yazıdaki sohbetimize kaldığımız yerden devam edecek olursak; ünlü İşadamı Sakıp Sabancı’nın Kümbet Şenliklerine getirilerek ‘Yayla Ağası’ seçilmesine vesile olanlar; o dönemin Dereli Belediye Başkanı; Şükrü Kahraman ve yine o dönemin Giresun Milletvekili olan; Rasim ZAİMOĞLU ve genç İşadamı Hacı ÖZER, ünlü İşadamının Kümbet Yayla Şenliklerine getirmeyi başarmış ve aynı zamanda da (o günün parasına göre) iyi bir parayla da Kümbet Yayla Şenliği ‘Yayla Ağalığı’ seçilmesine de ön-ayak olmuşlardır….
Şimdi konuyu özet olarak bu kadar anlattıktan sonra şimdi Yayla Şenliği ve onunla ilişkilendirilen ‘Turizm Konusunun’ penceresini aralamak istiyorum…
Ve Kümbet Yayla Şenlikleri aradan fazla zaman geçmeden ülkenin dört-bir yanında duyulur ve dikkatleri üzerine toplamaya başlar.
Aradan çok zaman geçmez 1992 yılında Bakanlar Kurulu aldığı bir kararla; Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Gümüşhane illerindeki bazı yaylaları ‘Dağ ve Yayla Turizmine’ laik görür.
Bizim ilimizin üç yaylası da; Kümbet, Kulakkaya ve Bektaş yaylaları Turizm planlaması içine alındıktan sonra beklemeye alınır!
“Beklemeye Alınır” ifadesini bilerek söylüyorum, çünkü yaylalarımızın 1992 yılında turizm kapsamına alındığı günden bu yana ‘Şenliklerde’ bol-bol nutuk atılmıştır ama ne yazık ki, turizm hamlesi adına ileri bir adım atılmamıştır.
Ancak 1996’lı yıllarda Orman statüsünde olan köyler, yayla statüsünde olan köylere Tapu Kadastro girmiş ve yılların sorunu hiç değilse bu konuda köylüyü rahata kavuşturmuştur…
Daha sonra ise 1999 yıllarına gelindiğinde Turizm alanı ilan edilen yerlere yine binaların ve evlerin yapılması yasaklanmış, hatta eski evlerin bile çok yakın bir zamanda ‘yıkılması’ gerektiğini bile yetkililer ilan etmeye başlamışlardır…
Ardından yayla ve yaylaklara, otlaklara çit yapmalar yasaklanmış ve kaçak köçek yapanların ise yaptıkları yıktırılıp, ayrıca cezalandırılmıştır…
Ve gelinmiştir 2010’li yıllara…
1992 yılında hem Yaylalarımızın, yemyeşil ormanlarımızın, buz gibi akan sularımızın tanıtımını yapmak ve pazarlamak için giren Turizm Bakanlığından sonra bu kez 2010’lu yılların başında Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’ da girmeye karar vermiş ve Turizm Bakanlığının pazarlamaya çalıştığı ne kadar derelerimiz, akarsularımız ve kaynaklarımız varsa ‘….Kaynak Bakanlığı’ herkesin gözünün içine baka-baka ‘kaynaklarımızı’ başka bir alanda kullanmaya kakar vermiştir…
Nedendir bilinmez…
Büyüklerin verdiği kararlarda sual edilmez!
Bütün bunlar olurken de Turizm Bakanlığı hiç itiraz etmeden seyretmiştir!
Yani sizinde farkına varacağınız üzere 1992 yılında Turizm Bakanlığı tüm bakanlıklardan önce girmiş ve aradan 20 küsur yıl geçmesine rağmen Yaylalara turizm adına hiçbir kazık çakamamıştır ama Turizm Bakanlığından 20 yıl sonra bölgemizdeki diğer değerlerimizi ve kaynaklarımızı tespit eden Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı atik davranarak, Turizm Bakanlığının pazarlamak istediği bütün değerlerimizi altüst etmiş ve başka bir biçimde pazarlamaya başlamıştır…
Derken efendim…
Bütün Bakanlıklar birbiriyle rekabet mi eder, yoksa birinin yaptığını bir diğeri daha ağır basıp onun çalıştığı mıntıkadan kovmak mı ister onu bilemem ama görünen o ki, aradan fazla zaman geçmeden bir başka bakanlıkta gelip bizim dağ köylerimizde ve yaylalarımızda bir şeyler yapmak ister…
Bu bakanlığın adı da; Çevre ve Şehircilik Bakanlığıdır…
Şimdi oldu mu sana üç Bakanlık…
Halbuki biz ne düşünüyorduk, nelerle karşılaştık…
Turizm düşleriyle yola çıkıp, umutlarımızın peşinden koştuk…
Bir zaman sonra Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ile buluştuk!
Yapma, etme dedik…
Suyumuzun-selimizin yatağını bozma dedik…
Yalvardık-yakardık, sözümüzü dinletemedik!
Ve daha sonra…
Daha beteri, daha radikalı geldi!
Adı; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı idi!
Bizlere adeta şunları söyledi; “Şırıl-şırıl, gürül-gürül sularınızı elinizden alınırken sesinizi çıkarmadığınızı görünce, bizde Şehircilik Bakanlığı olarak dağ köyleriniz ve yaylalarınızın altında bulunan ‘altınları’ çıkaracağız” dediler…
Bizde dilimizin döndüğü kadar dedik ki; “Yahu kardeşim, bizim buralara bundan 25 yıl önce Turizm Bakanlığı geldi ve buraların güzelliğini tüm dünyaya tanıtacağına dair söz verdi. Hatta bu konuda bize neredeyse çimenin rengi bozulur diye yürümeyi bile yasak etmişken, şimdi nasıl oluyor da, bizler çimen bozulur diye çimene bile basamazken, ormanlarımızdaki ağaçların kurumuş dallarına bile kıyamazken, siz şimdi kalkmış yerin altını üstüne getirerek ‘altın’ arayacağız deme cesaretini gösteriyorsunuz?”
Sonuç;
Doğamızı, yaylalarımızı, gürül-gürül akan akarsularımızı, ormanlarımızı koruyarak dünyaya tanıtmak isterken, bugün ilgili Bakanlıkların himayesi ve koruması altında bulunanlar yöremizi (vazgeçtik turizmden) doğal güzelliklerini ortadan kaldırmaya çalışıyorlar…
Son geldiğimiz nokta burası…
Kısacası düşlerimiz yarım kaldığı gibi mevcut değerlerimizin kurtarmanın peşindeyiz bu günlerde…
Bakalım sonuç nereye varacak?