Konuya girmeden hemen belirtmeliyim ki;
Bugünkü sohbet ‘yazımız’ bir hayli uzun…
Üstelik bir zamanlar şu 68 kuşağının ölümüne mücadele ettiği; ABD ve ’emperyalizm’ konusu falan var!
Onun için işine gelmeyenler değil, işine gelenler okusun!
Ve sözü daha fazla uzatmadan hemen belirtelim;
Bugünkü sohbetimizin konusunu ağırlıklı olarak ABD emperyalizmi ve onun -tek kutuplu- şu dünyada, tek başına at oynattığı!
Boş bulduğu meydanda atının üzerinde istediği yere cirit attığı!
Sözünü dinleyenlerin sırtını sıvazladığı!
Diklenenler ve emrini yerine getirmeyenler olursa;halkların arasına nifak tohumları ekerek yeşerttiği!
İşine ve çıkarına gelenlere ‘arslansın, yiğitsin” dediği!
İşine gelmeyenleri ‘terörist’ ilan ettiği!
Kimi inatçı ülkeleri ‘savaşla’ ortadan kaldırıp, kendine bağladığı!
Kimi ülkeleri ise yönetim şeklini direkt kendine bağladığı ve şu an dünyanın tek patronu olan ABD’den söz edeceğiz…..(derikten sonra)
Atatürk’ün ölümünden sonra ülkemize nasıl ve hangi yöntemlerle girmiş?
Resmi belgelerden aldıklarımızı,sizlere kısa başlıklar altında şöyle sıralayacağız;
23 Şubat 1945: ABD “Ödünç verme ve kiralama kanunu” çıkarılıp, Türkiye’ye malzeme yardımı ve 10 yıl vadeli 10 milyon dolarlık kredi veriyor…
6 Nisan 1946: Amerikan Missuri Zırhlısı ve iki savaş gemisi İstanbul limanına demir atıyor…
13 Nisan 1946:Hükümet, ABD’den tekrar 500 milyon dolar kredi istiyor.
23 Kasım 1946: Bir Amerikan filosu İzmir’e geliyor.
3 Mart 1947: Truman Doktrini geriğince Türkiye ve Yunanistan’a yardım yapılması kararlaştırılıyor.
12 Mart 1947: Türkiye Truman Doktrini kapsamına alınıyor.
19 Mart 1947: İstanbul’daki bazı Amerikan vatandaşlarıyla Türk vatandaşları “Türk-Amerikan vatandaşları Dostluk Cemiyetini” Kuruyor…
(yani anlaşılacağı üzere işler tıkır-tıkır yürüyor!)
22 Mayıs 1947: Amerikalı General L.E.Oliver başkanlığından bir 20 kişilik heyet Türkiye’ye geliyor.
24 Mayıs 1947: Kara Kuvvetlerinde subay üniformaları Amerikan modeline göre değiştiriliyor.
14 Mayıs 1950; Türkiye, ABD’li dostuna(!) iyice iki elini birden uzatıyor ve iki kolunu birden kaptırıyor!
Ve bir daha da kurtaramıyor!
Hatta daha da iddialı Amerikancı söylevler öne çıkıyor;
“Küçük Amerika olacağız”
“Küçük Amerika olunca, her gecekondu mahallesinden bir zengin ve milyoner çıkaracağız”
“Amerika’nın yanında olmayalım da, Bolşevik Rusya’nın yanında mı olacağız? Tabi ki ABD’li ebedi ve ezeli dostumuzun yanında olacağız!”
“Elbette arkamızı Amerika’ya dayayacağız”
Ve gerçekten de arkamızı ABD’li patronlara ve onun emperyalist ittifaklarına dayadık!
Ülkemizin bütün yeraltı ve yer-üstü kaynaklarını onlara peşkeş çekip, sudan ucuz; yok pahasına pazarladık!
Ortadoğu coğrafyasındaki (geleceğe yönelik) hakimiyetlerini daha iyi sürdürmelerini sağlamak için ülkenin dört-bir tarafında (tesis adı altında) askeri tesisler kurdurduk…
Adına ‘tesis’ dediğimiz bu askeri üstlerde ise nöbeti yine biz tuttuk!
Amerikanın güdümüne ve gölgesinin altına girdiğimiz tarihten sonradır ki; Atatürk’e ait ve Atatürk’ten geriye kalmış ne kadar değer ve miras kalmışsa, hepsini birer-birer gözden çıkarmaya karar verdik!
Mustafa Kemal Atatürk’ün düşlerinde yatan; ekonomik bağımsızlık düşlerini ve karma-ekonomik sistemi öteledik;
Toplumu ürkütmeden yavaş-yavaş, alıştıra-alıştıra, çaktırmadan, uyuyan yılanı uyandırmadan liberalizm sistemine geçiverdik!
Yani ülkemizin ekonomik yönetimini bir anlamda ABD’lile ve onun taraftarlarına teslim ettik!
***** ***** ******
Ve canımızdan çok güvendiğimiz onlar ve onların ülkemizde iş başında bulunan adamları; demokrasi, özgürlük, adalet adına o kadar içi boş nutuklar attılar, o kadar boş nutuklar attılar ki; kendi çıkarlarını savunmayan Allah kuluna göz açtırmadılar!
Her şeyden önce ‘sol düşünen partilere’ göz açtırmadılar!
Sol, sosyalist düşünen dernek, cemiyet, insan varsa bir şekilde cezalandırdılar!
Fırtına olup estiler!
Sol düşünce ne zaman ayağa kalksa; silahları, topları-tüfekleriyle ortaya çıkıp; ya muhtıralarla, yada faşist darbelerle yolunu kestiler!
İşkence odalarında çürüttüler!
Zifiri karanlıklarda pusu kurarak öldürdüler!
Sürüm-sürüm süründürdüler!
Alaca karanlıklarda, şafak vakitlerinde ipe çektiler!
Ve egemen güçler bütün bunları yapmak zorundaydılar!
Çünkü astıkları-kestikleri,pusudan vurdukları ABD’ye düşmandılar!
Yani ülkesinin çıkarlarını gözetip, emperyalizmin ağa babası; ABD’ye yüz vermeyen yurt severlerdi…
Ki, o yüz vermeyen 68 devrimci kuşağının hepsi şu an haklı çıktı!
Ama ‘haklı çıktığını’ hala söylenmiyor…
Hala o günün gençliğinden özür dilenmiyor!
Geçmişin gerçekleri hala halkın gözünden saklanmak isteniyor…
Halbuki gerçekler gün ışığı gibi ortada…
İşte gerçekler, işte Halep orada!..
Orta-doğu kaynıyor!..
Her gün oluk-oluk kan akıyor!
ABD kimin yanında durduğu bilinmiyor!
Bir gün IŞİD ile yatıp-kalkıyor, ikinci gün IŞİD’e karşı savaştığını söylüyor!
Bir gün PYD bizdendir diyor, ikinci gün kıvırtıyor!
Yani şu an Orta-doğu ve Suriye taraflarında kimin-kime taraf olduğu, kimin-kime vurduğu doğru dürüst bilinmiyor!
Bir kör dövüşüdür gidiyor!
Ki, bu ‘Kör dövüşüne’ orkestra şefliği yapanlar ise aslında bal gibi görünüyor!
Yeter ki sen görmek iste!…
SON SÖZ:
Son sözü beğenseniz de, beğenmesinde M. Kemal Atatürk’ün, o muhteşem özdeyişiyle bitireceğim;
“Biz kimsenin düşmanı değiliz,
Biz insanlığa düşman olanların düşmanıyız.”
İnsanlığa düşman olanlar ise apaçık görünüyor ve biliniyor…
Yeter ki gördüklerini ve bildiklerini korkusuzca söylemesini bil…
Ve her şeyden önemlisi de; taraftarı olduğun siyasi partini değil, önce ülkenin çıkarlarını düşünmesini bil!
Çünkü bir siyasi parti çökerse, onun yerine bir parti kurulur ama ülke elden giderse; onun yerine bir ülkeyi zor kurulur!
Umarım bu son cümle hesaba katılır ve üzerinde düşünülür…
Bir başka sohbette buluşmak üzere;
Hoş kalın..
Hoşça ve sağlıkla kalın…