Balkan Savaşları; ayrışıyoruz!
Çanakkale Boğazı -Deniz Savaşı; Emperyalizmle ölümüne savaşıyoruz! Birinci Dünya Savaşları; iyice yorgun düştük, silah bırakışıyoruz! Velhasıl-kerim düşman topuyla-tüfeği ile giremedi topraklarımıza…Nasıl olduysa, bir gün baktık ki düşman elini-kolunu sallayarak geziveriyor İstanbul sokaklarında… 1919 yılında Bağımsızlık Kongreleri toplanıyor Anadolu topraklarında…
Yıl; 1920 büyük umutlarla yeni bir Meclis kuruluyor Ankara bozkırında…
Ülkenin dört-bir yanı emperyalist ortaklar tarafından sarmalanmış! İşgal güçleri Dersaadet’i ve onun Sultanını zaten teslim almış! (En iyisi sözü burada Nazım Hikmet’in dizelerine bırakmak)
20’nin 16 Mart’ı,
Öğleden evvel
Saat onda
Makine başında şöyle bir telgraf aldı Ankara’daki;
“Der-aliye 16/3/1920
İngilizler bastı bu sabah
Şehzade başındaki Muzika Karakolunu.
Müsademe edildi.
İşgal altına alıyorlar İstanbul7u şimdi.
Berayi malumat arzolunur.
Manastırlı Hamdi.”
920’nin 16 Mart’ı,
Harbiye Nezareti telgrafhanesi buldu Ankara’yı;
“Etrafta dolaşıyor İngiliz askerleri.
Şimdi işte
İngiliz askerleri giriyor nezarete.
İşte giriyorlar içeri
Nizamiye kapısına
Teli kes.
İngilizler burdadır.”
***
Ve İngilizler gerçektende İstanbul’un dört-bir yanındadır.
İstanbul’un her bir tarafı işgal altındadır.
Fakat Anadolu’nun bağımsızlığa sevdalı insanı şuna inanmakta ve adeta şu dizeleri anımsamaktadır;
“…En bilgin aynalara
En renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
Ve onlar için;
Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur denildi.”
***
İstanbul teslim olmuştu ama Anadolu teslim olmayı asla düşünmediği için inanç ve umut kongrelerini Erzurum ve Sivas’ta sürdürüyorlardı…
Hangi emperyalist ülke olursa-olsun, onların sömürgeciliğine ve teklifte bulundukları mandacılığı hakaret kabul ediyor ve isyan ediyorlardı. Fakat İstanbul’daki işbirlikçi zatı muhteremler başka türlü düşünüyorlardı ve tekrar Nazım’ın Kuvvayi Milliye Destanındaki dizeleriyle ifade edecek olursak;
“…İstanbul’daki birçok hanımlar, beyler paşalar,
Türk halkından kesmişlerdi umudu
Yağdırıldı telgraflar Erzurum’a;
“Amerikan mandası altına girelim” diye
“İstiklal diyorlardı, şayanı arzu ve tercihtir amma
Bugün bu diyorlardı mümkün değil
Birkaç vilayet diyorlardı, kalacak elde
Şu halde diyorlardı, şu halde
Memaliki Osmaniye’nin cümlesine şamil
Amerikan mandeterliğini talep etmeği
Memleketemiz için en nafi
Bir şekli hal kabul ediyoruz.”
****
Ve “Ya istiklal, ya ölüm” parolası ile çıktılar Bağımsızlık yolculuğuna…
Emperyalistler en modern silahlarına, Kuvvayi Milliye ise ‘Bağımsızlığa sevdalı’ oldukları için inançların silah yapıyorlardı işbirlikçi emperyalistlere! Ve zafer rüzgarları ne yaptığını bilenler ve inananlar tarafına doğru esti! Ve işgalci emperyalist güçler nasıl geldilerse, öylece defolup gitti! Tabi arkasında bir sürü acı ve kurumayan gözyaşları bırakarak…
Ve Nazım’ın dediği gibi:
“Üçümüzü uykuda kesti kafir
Kurşuna dizdi ikimizi
Şimdi üçümüz;
Abdullah ve Osman ve Abdulkadir,
Taşları yan yana yatar Eyüp’te.
Arama bulamazsın ikimizin kabrini,
Belki maşrıkta, belki mağripte,
Bizde bilmeyiz yerini.
Uykuda kestiler üçümüzü,
Kurşuna dizdiler ikimizi
Ahmet oğlu Nasuh arkadaşımın adı,
Reşadiyeli Veli oğlu Mehmet benimkisi
Birde altıncımız var,
Kara kaytan bıyıklı bir şehit
Son mekanı şöyle dursun,
Adını da bilen yok…”
****
Yazının başlığında da belirttiğim ve sizinde gördüğünüz gibi Kurtuluş Savaşımız bir ‘Destandır’ bizim…
1929 yılından bu yana kutladığımız “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” ise Kurtuluş ve Bağımsızlık savaşımızın bir özetidir adeta. Yani bir anlamda çocuklarımıza ‘egemenliğin ve bağımsızlığın’ anlamanı ve önemini bizler bu kutlanan bayramlarda anlatmamız ve hissettirmemizin bir ‘Bayramıdır’ 23 Nisan çocuk bayramları. Ve bu ‘Çocuk Bayramı’ hiçbir ülkede kutlanmadığı içindir de uluslararası ülkelerin çocukları bizim ülkemize gelerek bunun tadını çıkarmaktadırlar…
Ancak niyedir bilinmez, bizde gün geçtikte bu ‘Bayramlarımızı’ budaya, budaya, kıyısından-köşesinden tırtıklaya-tırtıklaya kutlanamaz hale getirdik!…
Getirebilmek içinde bir sürü mantıklı-mantıksız gerekçeler ürettik…
Yalan mı?
Halbuki (herhalde göstermelik olsun diye) çocukları yarım saatliğine lider koltuklarına oturtup; “Bugünün küçüğü, yarının büyüğü” aldatmacalarıyla günü kurtarmaya ve çocukları aldatmaya yönelik bayramlar kutluyoruz güya!
Gerçi onu da arar duruma düştük ya, neyse! Ve sonlandırırken; Bayramınızı her nasıl kutluyorsanız; iyi bayramlar çocuklar… Ve aynı zamanda sizlere de; egemenliğini hiçbir zaman kaybetmek istemeyen egemen güçler!
Nice bayram tadında günlere…