Son günlerde AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği bazı sözler tartışma yaratıyor. Çünkü söylediği sözler ile gerçekle birbirinden çok farklı!
O kadar danışmanı olan ve promter aracılığı ile konuşan Erdoğan, neden yanlış sözler ediyor? Ya kafa çok karışık ya da bilinçli olarak yapıyor. Yalan üzerinden algı yaratmaya çalışıyor.
İzmir’de ilk mitinginde konuşuyor ve diyor ki; “İzmir’e Adnan Menderes Havaalanını biz yaptık biz.” Oysa havaalanı 1987 tarihinde hizmete açıldı.
Isparta Mitinginde kürsüye çıkıyor. “Isparta’ya üniversiteyi biz getirdik” diyor. Oysa Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi 1992 yılında açıldı.
Açan ise Süleyman Demirel…
İşin ilginci çoğu Ispartalı olan izleyici kitlesi de bu sözü alkışlıyor.
Sonra Beştepe’de sarayında muhtarlara iftar veriyor. Çıkıyor kürsüye ve diyor ki; “Ben 75 öğrencili sınıflarda okuduğum zaman, tek partili dönemdi, yani CHP’nin iktidarda olduğu dönemdi.”
Muhtarlar alkışlıyor!
Oysa Erdoğan 1954 doğumlu. İlkokula 1960-1961 Eğitim-öğretim yılında başladı. Tek parti dönemi ise 14 Mayıs 1950 tarihinden sona erdi.
Tarsus’ta konuşuyor ve diyor ki;
“…Birinci Köprüyü Demirel yapmıştı. O zamanki komünistler ne diyordu? ‘Biz birinci köprüyü satacağız’ diyordu. Arkasındaki partiler satacağız diyordu. Rahmetli Özal da ‘satamazsınız’ diyordu.”
Acaba konuşma metnini promter üzerinden aktaran teknisyen FETÖCÜ mü?
Promter kazası ve bu sözler sonrası ciddi ciddi bunu düşünmeye başladım.
Çünkü bu kadarda olmaz!
Oysa 1983 seçimleri öncesinde Anavatan Partisi lideri Özal ile Halkçı Parti lideri Calp televizyon ekranlarına çıkmışlar (bugün çıkamıyorlar!) tartışmışlardı.
Satarım- sattırmam polemiği o programda yaşanmıştı.
Özal, Demirel’in yaptırdığı 1. Köprü için “satacağız” diyordu. Calp ise “sattırmam” diyordu.
Youtube’da o programın videoları durmaktadır. Meraklıları izleyebilir.
Bu tartışma bir gerçeği göstermişti. Özal özelleştirmeleri savunuyordu. Calp ise kamucu bir ekonomiyi savunuyordu.
1983 seçimlerinde, 24 Ocak neo-liberal ekonomik kararlarının altında imzası olan Özal iktidara geldi.
“Çağ atlıyoruz” söylemi ile özelleştirmeleri başlattı.
“Babalar gibi satacağız” söylemi ile de 2002’den sonra AKP özelleştirmeleri sürdürdü. Bayrağı teslim aldı.
Zaten AKP, içinden çıktığı Refah Partisinin değil de ANAP’ın devamı olarak kendisini ifade etmektedir. “Milli Görüş gömleğini çıkardım” sözü de aslında buna işarettir.
Özal ile başlayan ve Erdoğan ile altın yıllarını yaşayan özelleştirmeler sonucunda; Türkiye Cumhuriyetinin tüm önemli kuruluşları elden çıkarıldı.
Bunun son örneğini şeker fabrikalarının satışı ile yaşadık.
Görüldüğü gibi ‘satma’ işi Özal- Erdoğan çizgisinin siyaset anlayışıdır. Bu gerçek ortada iken Tarsus konuşmasında bilerek yine yalan üzerinden algı oluşturmaya çalışmaktadır.
Köprü konusu da, “satarım”, “sattırmam” polemiği de aslında son derece önemlidir.
Tartışmaya konu olan ‘köprü’ olarak Boğaziçi Köprüsü görülse de gerçek bambaşka idi. ‘Köprü’ Asya ile Avrupa arasındaki Türkiye idi… Boğaziçi Köprüsü ise sadece simge idi…
Özelleştirmeler bu amaçla yapıldı.
Özal ile başladı. Erdoğan devam ettirildi.
Mirasyediler gibi Türkiye Cumhuriyetinin tüm anıt kuruluşları haraç mezat satıldı.
Erdoğan işi bir adım daha ileriye taşıdı. Yap-işlet yöntemi ile hazine garantili olarak büyük yatırımlar için dolar üzerinden yabancı şirketlerle anlaşmalar yaptı.
Köprüler, Havaalanları, tüneller bu yöntemle yapıldı.
Şehir Hastaneleri bu yöntemle yapılıyor.
Ve verilen hiçbir garanti tutmuyor. O nedenle de hazine sürekli olarak bu yerli-yabancı ortaklığı şirketlere dolar üzerinden para ödüyor.
Hepimizin parasından ödüyor!
O nedenle Muharrem İnce meydanlarda haklı olarak soruyor. “Neden Demirel’in yaptığı köprünün geçiş ücreti ucuz da senin yaptırdığın köprünün geçiş ücreti pahalı? (23,40 dolar)
Demirel’in köprüsünün geliri hazineye kalırken, Erdoğan’ın köprüsünün geliri anlaşma gereği 10 yıl 2 ay 20 gün İÇTAŞ – ASTALDİ ortaklığına kalacak.
Hem de günde 135 bin araç garantili olarak…
Şehir Hastanelerine ise % 70 hasta garantisi veriliyor. O nedenle Erdoğan, Cuma günü yaptığı konuşmada , “ … İnşallah şehir hastanelerinin müşterisi artacaktır” diyor.
Müşteri ise hasta!…
Oysa devletin ve iktidarların görevi ‘müşteri’ sayısını yani hasta sayısını azaltmaktır.
Erdoğan ise ‘inşallah hasta sayısı artar’ demek istiyor.
Ve bu sayede %70 hasta garantisi dolar diye düşünüyor.
GDO’lu gıdaların NBŞ’li gıdaların artırılmasının nedeni bu mudur?