ÜST ÜSTE YAŞANAN FELAKETLER ACABA BİZLERE NE DEMEK İSTER

ÜST ÜSTE YAŞANAN FELAKETLER ACABA BİZLERE NE DEMEK İSTER

Satmayın ormanlarınızı…
Yüzde dört pay alacağız diye;
Kesmeyin binlerce nefes alan, aldıran ağaçlarınızı!
Yakmayın kaza süsü vererek ormanlarınızı!
Öldürmeyin ormanları yuva yapmış canlıları…

Yazıktır…
Günahtır…
Yüzlerce yıl ötelerden gelip, bizlere miras kalan bu ağaçlar…
Bu ormanlar…
Bizlere nasıl miras bırakıldıysa, bizimde yarınlara bırakmamız bir sorumluluktur ve bir haktır diye bize bir uyarı niteliğinde midir acaba bu üst üste yaşadığımız bu felaketler?

Mevsimli-mevsimsiz, hiç beklenmedik bir zamanda gökyüzü delinmişcesine kopan fırtınalar…
Fırtınaların oluşturduğu sel felaketleri..
Sel felaketlerinin söndürdüğü ocaklar…

Deprem felaketleri…
Bitip tükenmek bilmeyen iş kazaları…
Düz yolda giderken son model otobüslerin birdenbire tutuşarak cayır cayır yanması…
Ve ben bu satırları sayfaya döktüğüm sıralarda da, Hatay ilimizin Reyhanlı ilçesinden;
“Bilinmeyen nedenlerle bir mühimmat deposu patladı” haberinin gelmesi…

Bu sözünü ettiğimiz felaketler tamda Suriye’ye, patronumuz ABD ile “tam giriş yapalım mı, yapmayalım mı?” diye düşündüğümüz sıralarda geliyor bu felaketler başımıza…

Şimdi insan üst-üste gelen bu felaketleri görünce düşünmeden edemiyor;
Acaba bir göze mi geldik?
Yoksa birileri tarafından beddualı mıyız?

Hani, Kaz Dağlarındaki ormanların dörtte-birini kesip yok ederek ‘Boz Dağlara’ döndürmüş!
İçinde yaşayan ne kadar canlı varsa acımadan öldürmüş…
Ve milyonlarca canlının yuvalarını yıkıp, ocaklarını söndürmüş, günahkarlar olabilir miyiz acaba?

Sadece Kaz Dağlarını-Boz Dağlara çevirip içinde yaşayan tüm canlıları öldürmekle bitse günahımız yine iyi…

Tarihi Hasankeyf yerleşkesinde ve havzasında yaşayan bütün tarihi kalıntıların ve canlıların ortadan kaldırmanın günahları da var omuzlarımızda…

Munzur dağlarına ve derelerine verdiğimiz zararlarda yazılıverdi günah defterimize..
Ordu-Fatsa’da yok ettiğimiz yeşilliklerde yazıldı…

Yandaş müteahhitlere -iş çıkarmak için- Orta Doğu Teknik Üniversitesi yerleşkesinde kesilen ağaçların günahı da var omuzlarımızda…
Kelebekler Vadisini yok etmenin günahları da var…

İstanbul’a 3. köprü yapılırken, köprünün ayağına gelene kadar 381 bin ağacın günahları da yazılı günah defterimizde…
İstanbul Hava Alanı yapma uğruna 6 bin 500 hektarlık ormanı yok etmenin günahları da yazılı günahı-kebir defterimizde!

Doğu Karadeniz yaylalarının gözden çıkarılarak; yer altınında, yer üstünün de birilerine satıldıktan sonra (şimdilik durduruldu) ormanları kırarak, yemyeşil çayırları buldozerlerle yararak ‘Yeşil Yol’ hikayesinin günahlarını şimdilik günah defterine yazılı değil.
(sırası gelince o da yazılacak!)

Daha çok varda…
Kısaca son on yılın günah dökümünü yapacak olursak;
164 bin 222 Hektar ormanı ortadan kaldırıp yok etmişiz…

Eh, bu durumda sizlerinde takdir edeceği üzere; ormanlar yok olunca, sadece içindeki ağaçlar yok olmuyor…
Ağaçlarla birlikte bütün canlılar da yok oluyor…

Eeeeeeee…
Bu kadar özet bilgiden sonra siz ne düşünüyorsunuz?

Her gün ardı-ardına gelen felaketler hakkında siz ne diyorsunuz?
Bu felaketler; bundan sonra gelecek daha büyük felaketlerin bir işareti mi?
Üst üste gelen ve birbirinden farklı felaketler gün geçtikçe niye bu kadar çoğalmaya başladı?
Neden bu felaketler başka ülkelerde bu kadar yaşanmazken, son yıllarda ve günlerde bizim ülkemde yaşanır olmayı başladı?

Buyurun…
Şimdi söz sırası sizin…
Bu konuda sizde düşüncenizi söyleyin…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?