Dünya ve Ahiret mutluluğunun, huzurunun ve kurtuluşunun tek ve emsalsiz reçetesi, rehberi mahiyetinde olan yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ilk ayet-i OKU emridir. Okumak ilmin besmelesi, refah ve saadetin anahtarıdır. Okumak elbette önemlidir, elzemdir, ancak yeterli değildir. Neyi okuduğunuz, okuduğunuzdan ne anladığınız, anladığınızı nasıl yorumladığınız da mühimdir.
Okumak, okuduğunu anlamak ve öğrenmek, öğrendiği üzere yaşamak İslâm’ın şiarı, Müslüman’ın ihmal edilemez ve vazgeçilemez görevidir. Çünkü İslâm hurafelerle, bid’atlarla, vehimlerle ve menkîbelerle değil, ancak okumakla ve ilimle yaşanır.
Denilebilir ki, dünyada en çok okunan kitap Kur’an’dır, fakat en az anlaşılan kitap yine Kur’an-dır. Bu bir varsayım değil, hayatın gerçeğidir. Müslümanlar olarak bunun sorumluluğu, vebali ve günahı bizim omuzlarımızdadır. Nitekim bizler, Kur’an-ın metnini-Arapçasını çok okuruz, ama maalesef mealine-Türkçesine fazla itibar etmeyiz, okumayız, hesaba katmayız.
Kur’an-ı okumaktan maksat, O’nu anlayabilmektir. Bizler Kur’an-ı okumaya, dinlemeye değer veririz, sesi güzel insanlar kıraat üzere okurlarken duygulanırız, bazen gözyaşı dökeriz. Ancak anlamını bilmediğimizden, öğrenmeye gayret etmediğimizden dolayı, okunan Kur’an-ın içeriğinden haberdar olmayız. Bu işin öncüleri mesabesinde olması gereken din görevlileri, kanaat önderleri, tarikat mensupları ve bu sahada söz ve itibar sahibi olan diğer zat-ı muhteremler, insanlara ısrarla hatim etmelerini tavsiye ederler de, ne hikmetse meal okuma konusunda tavsiyede bulunmayı kayda değer bulmazlar. Perişanlığımızın, cehaletimizin, günah deryasında seyr-ü seferimizin en önemli nedeni budur.
Kur’an’ın metnini okumak elbet sevaptır, hatta Kur’an-a hüsn-i niyetle bakmak bile fazilettir, Salih ameldir. Fakat, Kur’an-ın hükümlerini öğrenip, anlamadıktan ve hayata yansıtmadıktan sonra maksat hasıl olur mu? Son iki asırdır mâlum çevreler, iğrenç bir senaryo gereği ve kasıtlı olarak Kur’an ile aramıza aşılması zor engeller koydular, bizi yanlışa yönelttiler. Nitekim Kur’an süslü kılıflar içinde duvarlara asıldı, kütüphaneleri süsledi; neticede ölülere okunası, namazlarda kıraat edilesi bir kitap olarak zihinlerimizde yanlış algı oluştu. Hatta insanlar, güya, Kur’an-a olan saygılarından, O’na dokunamaz hale geldiler.
Oysa Kur’an ölülere değil, canlılara hitap eden, dirileri muhatap alan kitaptır. Kur’an-da ölülere hitap eden tek bir ayet bulmak mümkün değildir. Bir hayat kılavuzu, kurtuluş reçetesi olan Kur’an’ı mezarlıklarda okunan veya fal bakmada kullanılan kitap haline getirdik, çok yazık. Merhum Mehmet Akif ne güzel de söylemiş:
“İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin. Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.” Bu sözün üzerine ne söylenebilir ki.
Evet, Kur’an’ın okunması, mutlak manada anlaşılması ve hayata uygulanması gerekir. Bu anlamda Yüce Mevlâ’mız Kur’an-da şöyle buyurur:
“(Resulüm) sana bu mübarek Kur’an-ı, ayetlerini düşünsünler (anlasınlar) ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik”(Sad, ayet: 29)
“Hala Kur’an üzerinde düşünmeyecekler mi (anlamayacaklar mı)?(Nisa, ayet: 82)
Düşünebiliyor musunuz? Günlük gazete ve dergileri, her çeşit matbuatı, yerli-yabancı yazarların muhtelif kitaplarını satır-satır okuyan; yüzlerce tv kanallarının bilmem ne programlarını saatlerce izleyen nice insanlarımız vardır ki, ömründe bir defa olsun Kur’an mealini okuma lütfunu gösteremiyorlar. Her çeşit müzik parçalarını ezbere söyleyebilen nice Müslüman insanlarımız namaz kılabilecek kadar ayet veya sure ezberleyemiyorlar. Bu ne yaman çelişki, bu nasıl haldir?
İnsan, inandığını söylediği ilâhi kitabını okumasını öğrenmiyorsa, mana ve içeriğini anlamak için gayret ve çaba göstermiyorsa bu durumu nasıl izah edebilir siniz, bu bulmacayı nasıl çözebilir siniz? Hadi buna tembellik, umursamazlık deyip geçelim. Yaşadığı gayri İslâmi hayat modelinden dolayı, günahlarıyla yüzleşmek istemediğinden, Kur’an’ın mealiyle yüz yüze gelmekten imtina eden, sırf bu kaygıyla dini eserleri okumaktan uzak duran, tüm bunlara rağmen, İslâmi kimliğine toz kondurmayan aklı evvellere ne söylemeli?
Bu tavır, bu hareket elbette hoş değildir, izahı da çok zordur. Ama değil mi ki bu sıkıntı mevcuttur, o halde buna bir çare gerek. Rıza-i Bâr-i ve Cennet’e talip olmak çok ulvi bir arzudur, büyük bedeller ister. Önce kâmil manada iman edeceksiniz, Zarurat-ı Diniye’yi öğreneceksiniz, bu minval üzere yaşayacaksınız ve bu hal üzere dünyaya veda edeceksiniz. Öyleyse okumadığınız dini nasıl öğreneceksiniz, öğrenmediğiniz dini nasıl yaşayacaksınız ve arzu ettiğiniz Cennet’e nasıl girecek siniz? Lâfla peynir gemisi yürümüyor ki, öyle değil mi a dostlar? Üç kuruşa beş köftenin, dünyanın hiçbir yerinde satılmadığını bilmek ve unutmamak gerekir.
Selâm ve dua ile…