1839 yılında yayımlanan Tanzimat Fermanı ile Müslüman Türk Milletinin batılı ülkeler ve milletlerle entegrasyonu başlamış, 1923’te imzalanan Lozan Anlaşması sürecinde varılan ve yazılı olmayan “İslam’ı sosyal hayatın dışında tutma” mutabakatı ile de ilk meyvelerini vermiştir. Bu iki hadise bin yıllık tarihimizin en önemli “kırılma noktaları”ndan sayılır.
Tarihin akışı içinde, “batı hayranlığı ve özentisi” millet olarak bizleri “onlar gibi düşünme ve yaşama” yanılgısına düşürdüğünden; “yozlaşma, kimlik bunalımı, özünü inkar, kendini küçümseme ve aşağılık kompleksi” günden güne çoğaldı ve bu günlere ulaştık. Ve nihayet 170 yıllık bu zaman sürecinde dünyaya bakışımızda, hadiseleri yorumlamamızda, ideallerimizde, dini algılama ve uygulamamızda önemli farklar oluştu, değişiklikler meydana geldi, tamiri gayr-i kabil itikadi arızalar belirdi.
Hızla gelişen bu değişim ve dönüşümün neticesinde, gelinen noktayı doğru bir şekilde analiz ederek, muhasebe yapmazsak, yarınlara güvenle bakmamız imkansız olur. Bu dönemde elbette maddi kayıplarımız oldu, manevi kayıplarımız oldu. İşin maddi boyutu zaman zaman dile getiriliyor, konuşuluyor, tartışılıyor; elbet manevi boyutu da ara sıra çeşitli vesilelerle gündeme taşınıyor, konuşuluyor, ancak yeterli olduğunu söylemek çok zordur.
Dikkatinizi çekiyor mu bilemem, ama yaşanan bu süreç neticesinde, Müslümanlar olarak bizlere bir haller oldu. Takriben son bir asır içinde, resmi yollardan yeteri kadar dini eğitimini alamayan insanlarımızın zihin dünyaları karma-karışık olduğundan, manevi alandaki boşluğu doldurmak için herkes kendi başının çaresine bakmaya kalkıştı. Bu karmaşada kimileri ana-babasından gördükleriyle, kimileri sağdan-soldan duyduklarıyla yetinmek zorunda kaldı. Birçok insanımız da bilgisiz, ehliyetsiz, beceriksiz ve art niyetli kişi veya oluşumların ağına düşerek, arada kayboldu gitti. Neticede bazı insanlarımız, bilerek-bilmeyerek “indirilmiş İslam yerine, uydurulmuş İslam”a yönelmek ve teslim olmak zorunda kaldılar.
Yaşadığı zaman ve zemini akl-ı selim ile Kur’an ve sünnet ölçüleri dahilinde tahlil edebilen her insan görecek ve bilecektir ki, bu manzara hiç de iç açıcı değildir, hayra alamet de değildir. Nitekim bugün, cemiyete hakim olan İslam anlayışı, bu talihsiz sürecin GDO’lu ürünüdür, HORMONLU meyvesidir. Proje ve planında arıza olan inşaatın kendisinde de elbet arızalar olacaktır, fark edilse de edilmese de.
Söz buraya gelince iki hassas noktaya vurgu yapmak gerekir. Birincisi: inanmak-inanmamak veya dindar olmak-olmamak insanların kendi tercihlerdir; buna kimse müdahale edemez. Bu yazının konusu kimseyi yargılamak değildir, bir öz eleştiridir; inandığını ve dindar olduğunu iddia eden insanların dini algılama ve uygulamadaki hata ve yanılgılarına dikkat çekmektir. İkincisi: her insanı aynı kefeye koymak yanlıştır, böyle bir amacımız da yoktur. Hal-i pür melalimizi görmezden gelirsek, yüzlerce yıl geçer, bir arpa boyu yol alamayız. Ve dolayısıyla, dünyamız da Ukbamız da mahvolur gider.
Kur’an ve Sünnet ışığında çevrenize ibret nazarıyla bakınız. “ Allah’a isyanı bayraklaştıran, Peygamberini acımasızca tenkit eden, Kur’an-ın hükümlerini tartışma konusu yapan nice sözde Müslümanlar göreceksiniz. İslam sosyal ve cemiyeti esas alan bir din olduğu halde,“Beni sokmayan yılan bin yaşasın. Bana ne, neme lazım. Her koyun kendi bacağından asılır. Karışma kimsenin işine, salla başı al maaşı vs.” gibi bizlere yakışmayan sözlere sığınan nice duyarsız, zavallı insanlarla karşılaşacaksınız. “Önce tekkeye sonra Mekke’ye” diyerek, intisab ettiği tarikata girmeden, hac görevini ifa edenlerin haccının kabul olmadığını ima eden cahilleri; Yahudi ve Hıristiyanlar da Allah’a ve ahirete inanıyorlar, onlar da Cennet’e gireceklerdir diyebilen gafilleri; bazı insanları ırk ve renklerinden dolayı hor ve hakir gören zavallıları;“ Namazın yeri ayrı, içkinin-kumarın yeri ayrı” diyerek, haramı meşrulaştırma sevdasına kapılan ahmakları görmezden gelebilir misiniz?
İslam Dini’ni sadece namaz, oruç, hac ve zekattan ibaret zannedenleri; mevlid okutmayı, ilahi-kaside söylemeyi dinin olmazsa olmazları kabul edenleri; “bu devirde de tesettür mü olurmuş” diyerek, ahkam kesenleri; “devletin, bankanın verdiği faiz neden haram olsun ki, bu devirde faizsiz ekonomi olur mu”, hezeyanlarını ağızlarına sakız edinenleri; “alan razı-veren razı” diyerek, zinayı ve fuhşu hafife alanları; devlet eliyle oynatılan kumarın haram olmaması gerektiğini iddia edenleri; kötülüklere, zulme, haksızlığa, soyguna, vurguna, rüşvete mani olması gerekirken, destek olanları; üç kuruşluk menfaat için hesabı, mizanı, sıratıumursamayanları, Cennet’i-Cehennem’i unutanları yok sayabilir misiniz? Mezhebini, meşrebini, cemaatini, tarikatını kutsal sayarak, İslam kardeşliğini zedeleyenler, ümmet olma şuurunu katledenler; Müslümanların emperyalist güçler tarafından küçücük parçalara ayrılarak sömürülmesine, yok edilmesine zemin hazırlayanlar vebaliniz ağırdır, böyle biline.
Mevzu bahis edilen bu insanlar Müslüman! Ancak bu hal ve tavır İslami değil. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu Allah aşkına? Perhizli olan insanlara ekşi, acı, kızartma ve turşu yemelerinin yasak olduğunu kimler nasıl anlatmalı bilmem ki. İçinde bulunduğumuz şu halimize, cehaletimize, ihanetimize, gafletimize, duyarsızlığımıza, kibir ve gururumuza, dağınıklığa, perişanlığa, esarete, ezilmişliğe bir kez olsun bakar mısınız Müslümanlar? Allah aşkına, Kur’an aşkına, Rasulü Zişan aşkına.
Selam ve dua ile….