ELALEM TERÖRLE YAŞAMAYA ALIŞIYOR BENİM İSE DEVAMLI KAFAM KARIŞIYOR

ELALEM TERÖRLE YAŞAMAYA ALIŞIYOR BENİM İSE DEVAMLI KAFAM KARIŞIYOR

Yok, yok…

Zorlamanın gereği yok…

Bir insanın düşünme kapasitesi neyse onunla yetinmeli!

Durup-dururken üstün zekalılarla sidik yarışına girmemeli!

Aklının erdiği kadar konuşmalı, aklının ermediği şeylere karışmamalı…

Tıpkı son aylarda ve son günlerde terör tam takviye yol aldığına sanırım hiçbir kimsenin itirazı yoktur…

Olamazda…

Çünkü her şey gözlerimizin önünde olup bitiyor…

Bir bakıyorsunuz; hiç beklemediğiniz bir günde yan sokakta yeri-göğü inleten bir gürültü, ardından birbirine karışan çığlık sesleri…

Önce şaşkınlığınız üzerinizde; ne olup-olmadığını düşünüyorsunuz…

Daha sonra aklınıza büyüklerinizin nasihat tarzında söylediği o söz geliyor; “Terörle yaşamaya alışmalıyız”

Ve hemen işte o sıra beyninizdeki jeton geçte olsa düşüyor ve; “Tamam yan sokağımızda bir canlı bomba topluluğu havaya uçurdu” kararına varıyor ve bu sefer (geçici mukabilinden) “Oh, çok şükür bugünde bombalanmadan ucuz yırttık, bir günde-bir gündür!” diyerek tesellileriyle yetiniyorsunuz!

Öyle değil mi?

Aynen böyle ve buna benzer şeyler düşünmüyor muyuz?

Velhasıl kerim gün geçtikçe ‘öğretilmiş çaresizlik’ bataklığı içerisinde yer alan bizler, farkında olmadan aslında terörle kucak-kucağa yaşıyoruz da, bunun farkında bile değiliz…

Her neyse…

Terör ‘terördür’ diyerek, ben aklımın erdiği ve dilimin döndüğü kadar şu Ortadoğu coğrafyamızda yaşanan terör guruplarının yolculuğuna şöyle bir göz atmak istiyorum…

Ve bu işe Talabani ile Barzani’nin illegal dönemlerinden yola çıkıp, daha sonra bugünlere nasıl ulaştıklarına kısa başlıklarla değinmek istiyorum…

Ancak önce şu bilinen genel saptamayı unutmadan söylemeliyim;

ABD denilen devlet ne zaman kendisine çalışırsan seni destekler…

ABD çıkarlarından azcık sapma yaptın mı; senin defterini anında dürer!

Tıpkı Saddam’ın ve diğer liderlerinin başına gelen felaketler gibi!

Anımsar mısınız bilmem; bir zamanlar Saddam ABD’ye bağlı ve ona biat eden bir liderken, Barzani ve Talabani denilen adamlar örgütleriyle birlikte top-yekun terörist ilan edilmişti de, hiçbir ülkeye özgürce gitme şansları olmadığı için bizim ülkemizin bir zamanlar tonton lideri; Özal bu terörist sayılan Barzani ve Talabani’ye Türkiye’nin ‘Kırmızı Pasaportu’ ile ABD ve yurt dışına çıkmışlar ve dertlerini, şikayetlerini bizim sağladığımız pasaportla işlerini görmüşlerdi…

Bu n e zaman olmuştu?

Bu; Irak lideri Saddam’ın ABD’ye dirsek gösterip, SSCB ile dirsek temasına geçince, ABD’de artık Saddam’ı defterden silmişti. (Zaten daha sonra da kötü bir şekilde faturasını ödedi)

Biliyorum söz yine fazla uzadı ama bu ufak ayrıntıya değinmezsem asıl anlatacaklarım havada asılı kalırdı!

Ne demiştik; Saddam’ı ABD gözden çıkarıp, defterden silmişti dedik…

Halbuki Irak lideri Saddam Hüseyin ABD’nin de (bilgileri dahilinde) 1988’li yıllarda süren İran-Irak savaşı sürecinde Halepçe Katliamı ile gündeme gelmiş ve birçok insanın ölümüne sebep olduğu gibi birçok insanın da sakat kalmasına ve evsiz-barksız kalmasına neden olmuştu…

Bizde ise o yıllarda sorun PKK’nın kendi soydaşlarına, ırkdaşlarına geleci- gündüzlü baskınlar düzenleyip, beşerli-onarlı katliamlar yapıyorlardı… (Henüz o yıllarda şimdi olduğu gibi pek modern silahlara sahip değillerdi)

Derken Halepçe Katliam’ından sonra bizler (her zaman olduğu gibi) konuk sever bir ülke olarak Barzani’nin beş (5) bin Peşmergesine kapılarımızı açtık…

Onları doğu ve orta Anadolu’nun en güvenilir yerlerine yerleştirerek tüm gereksinimlerini karşıladık… (O tarihlerde yine anımsarsanız ABD’li büyüklerimiz ‘Çekiç Güç’ diye bir gücü de getirip Doğu Anadolu’nun çeşitli yerlerine, onların askeri tabiriyle konuşlandırıldı)

Derken bu hem Peşmergeler, hem de Çekiç Güç hakkında çeşitli rivayetler ve dedikodular dolaşmaya başladı. Neymiş efendim; Çekiç Güç, geceleri fırsat buldukça PKK örgütüne helikopterlerle havadan silah ve cephane indirirmiş!

Ben demiyorum, ben basının yalancısıyım!

Hatta söylenen o ki; Uğur Mumcu bunu belgelediği için bir soğuk Pazar sabahı ortadan kaldırıldığı söylenir. Hatta Eşref Bitlis Paşa’da Uğur Mumcu’nun dediklerini teyit ettiği için öldürüldüğü iddia ediliyor…

Tabi bunlar bize karanlık!

Hatta bizim boyumuzu aşan işler bunlar!

Ama elin ağzı torba değil ki büzesin, bizde duyup işittiğimizi söylüyoruz!

Neyse dönelim tekrar şu Barzani ile Talabani’nin teröristlikten sınıf atlayıp birdenbire Irak’ın yöneticileri olmasına…

Benim bu söylediklerime o günün çocukları ve doğmamışları itiraz edebilirler ama sanırım o günleri bire-bir yaşayanların itiraz etme hakkı yoktur…

Çünkü gelişmeler aynen bu anlattığım minval üzerinde olmuştur…

Talabani Irak’ın güney bölgesinin, Barzani ise Kuzey’in sorumlusu olmuş ve şu sıralar da başka bir projenin gerçekleşmesi için ıkınıp-sıkınmaktadır!

Şimdi bu Iraklı ikiliyi bir tarafa bırakıp, gelelim şu bizim PKK’yı destekleyip ve bugünlere getirenlere…

Sizce PKK’yı büyütüp besleyen ve donatan kimlerdir?

Daha doğrusu hangi ülkelerdir?

Ellerindeki silahlar ve diğer savaş araç-gereçleri hangi ülkeye aittir?

Hangi ülkelerde kabul görmüşler, hangi ülke topraklarında yatıp kalkarak eylemlerini hayata geçirmişlerdir?

Üstelik gün geçtikçe çoğalıp büyüyen bu örgüt üyeleri sadece Türkiye’li midir, yoksa İran, Suriye, Irak ve Ürdün gibi diğer ülkelerden de içlerinde militan barındırmakta mıdır?

Unutmadan ve karambole gelmeden şu soruyu da sormalı; “Çok yakın zamana kadar PKK’ya ABD başta olmak üzere birçok ülke terör örgütü demezken, birden bire ne oldu da şu son günlerde ABD Başkanı ve sözcüleri; PKK bir terör örgütüdür, PYD ise bizim Suriye’de öncü kuvvetimiz, yardımcımız gibi sözler söylemeye başladılar?

Buna da geçelim, sayfa tükenmeden asıl şu sorunun üstünde düşünelim;

PKK’nın mücadelesini ve hedefini üç-aşağı, beş yukarı tahmin edebiliyoruz da şu IŞİD örgütünün yaptığı PKK benzeri eylemleriyle kafamız iyice karışıyor.

Niye mi karışıyor?

Hadi diyelim ki PKK’nın nihai hedefi; Büyük Kürdistan düşleri…

IŞİD’in hedefi ise; Irak-Şam-İslam Devleti kurmanın düşlerini yapıyor…

Eh, birisi daha çok sol tandanslı bir devlet kurmanın peşinde koşarken, bir diğeri şeriat tabanlı bir devlet kurmanın peşinde…

Öyle değil mi?

E, peki şimdi nasıl oluyor da, her iki örgütün üyeleri de Türkiye’nin dörtbir yayında terör estiriyor ve canlı bombalarla her gün onlarca, yüzlerce insanın canına kıyıyor?

Bu iki örgütte bizler farkına varmadan ittifak içinde mi çalışıyorlar?

Yoksa ülkeyi darmadağın ettikten sonra sıra paylaşmaya mı gelecek?

Allah-Allah zorla değil ya, benim aklıma böyle saçma-sapan şeyler geliyor.

Onun için herkes terörle yaşamaya alışırken, benim sürekli kafam gitgide karışıyor…

 

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?