Hiçbir şey ifade etmez…
Hani “Kültür, kültürsüzlerin lüksüdür” diye bir söz vardır ya…
İşte bu söz bizim üzerimize ‘cuk’ diye oturuyor!
Bu sözü söyleyen elin-oğlu düşünmüş-düşünmüş, arayıp-araştırmış da sanki bizim için söylemiş gibi geliyor bana…
Böyle söyledim diye, niye hemen alınganlık gösteriyorsunuz?
Yalan mı?
Hatta eksik bile söylenmiş gibi geliyor bana…
Ve daha da ötesi birdenbire aklıma mizah ustamız Muzaffer İZGÜ’nün bir öykü kitabındaki saptamaları aklıma geliverdi…
Virgülüne ve noktasına kadar yürekten katıldığım şöyle bir saptaması vardı usta yazar Muzaffer İzgü’nün;
“Bizde nerede bir su yoksulluğu varsa, oranın adı; ya Gürpınardır, ya da Soğukpınar’dır!”
“Bizde nerede bir yeşillik yok, yeşile hasret çekiliyorsa oranın adı; ya Yeşil Kenttir, ya da Yeşil Köy!” diyor ünlü yazarımız Muzaffer İZGÜ…
Sizce bu saptamada bir abartı ve anormallik var mı?
Bana göre yok…
Bu saptama tam da bizim bedenimize oturuyor!
Yani bizde ‘Kültür Bakanlığı’ var diye, tepeden-tırnağa kültüre sahip veya kültüre çok önem veriyoruz anlamına gelmiyor ki!
Bizde de diğer ülkeler gibi ‘Adalet Bakanlığı’ var diye, tüm yurttaşlara adil ve eşit bir şekilde ‘adalet dağıtılacak’ diye bir zorunluluk olacak hali yok ya!
Bunlar bizim olmayan şeylere ‘özlem’ duyduğumuz şeyler!
Yani pratikte uygulayıp yaşayamadığımızı tabelalar üzerine yazdığımız söz ve sözcüklerle sadece gözümüzü ve gönlümüzü doyuruyoruz!
Dur hemen itiraz etme!
Klasik alışkanlığınla hemen savunmaya geçme!
Örneğin ülkemizin üç tarafı denizle çevirili olmasına rağmen, acaba niye hiçbir dönem ‘Denizcilik Bakanlığı’ düşünülmüyor? (ANAP döneminde kısa bir süre ihdas edilmişti) ama ondan sonra hiçbir ülkenin sahip olmadığı bu ülkemizi çevreleyen denizler, bu denizleri birbirine bağlayan stratejik boğazlar olmasına karşın her nedense ailenin düzenini sağlayacak ‘Aileden Sorumlu Bakanlığımız’ var ama denizlerimizin ve karasularımızın düzenin sağlayıp, yararlanacağımız bir ‘Denizcilik Bakanlığımız’ yok öyle değil mi?
Ha, şimdi bu kez de siz diyeceksiniz ki; “Yahu kardeşim sen yazının başlığı olan ‘Dünya Tiyatrolar Gününü mü’ anlatacakken, şimdi durup-dururken nerden çıktı bu olmayan şeylerin ‘Bakanlığı’ da falanda-filanda diyebilirsiniz!
Ancak sizde çok iyi bilirsiniz ve takdir edersiniz ki, önce bütünlüğü görüp ve daha sonra ayrıntılarına inersek daha sağlıklı olur diye düşünüyorum ben…
Niye?
Çünkü bizde ‘yapılanma’ tepeden aşağıya doğru olur…
Tabanın istek ve taleplerine göre tabandan-tavana doğru olmaz…
Böyle olursa; taban-tavana hükmeder, bu’da bize yakışık almaz!
En iyisi ve akla yatkın olanı; tavandan-tabana hükmetmektir!
Kısacası bütün beğeni ve istekleri ancak ‘hükmetme koltuğunu’ işgal eden ‘Ergler’ bilebilir!
Örneğin ‘Kültür ve sanat’ lüks sayılıyorsa; lüks demektir, üzerine gidilmez!
Hızlı-hızlı sayacak olursak;
Yontu sanatı ve heykeller günahsa günahtır!
Ucubeyse ucubedir!
‘Bale’ sanatı zaten denilen o malum ‘cıbıldak sanat’ zaten zinhar günahtır!
Gelenek ve göreneklerimizin içinde zaten yer almamaktadır!
‘NÜ’ diye adlandırdıkları baldır-bacak resimlerine sanat denilemez!
Tiyatro?
İşte bütün günahkar sanatların ‘baba ve dede ocağı’ da burasıdır ya!
Çünkü tiyatro sanatı ‘sanatın’ en tehlikeli olanlarındandır…
Çünkü tiyatro: “İnsanı insana ‘insanca’ anlatma sanatıdır”
Çünkü tiyatro sanatı; düşünmeyi tetikleyen bir sanat dalıdır…
Çünkü tiyatro sanatı; eleştirisel düşünmeyi ve sorgulamalı içinde taşır…
Çünkü tiyatro sanatının felsefesinde: nedenle-sonuç arasında bir köprü kurduktan sonra yorum yapma gibi bir alışkanlık vardır…
Çünkü tiyatro sanatının içinde ’empati’ vardır…
Hümanizma ve duygusallık vardır…
Toplumun her türlü sorunlarını; gülmece, düşündürmece yoluyla birlikte yol alma gibi bir işlevselliği vardır…
Çünkü tiyatro sanatı; hep ezilen insanın yanında durup, onların dertlerini ve sorunlarını dile getirmiştir…
Tiyatro sanatı; her zaman sömürünün, baskının, zulmün ve bir avuç mutlu azınlığı daha çok kazanması ve daha çok zevk-sefa içinde yaşaması için çıkarılan kirli savaşların karşısında olmuştur…
Tiyatro sanatı; var olduğu günden bu yana ‘barış’ sözcüğünü her gittiği yere terkisinde götürmüştür…
Eh, hal böyle olunca; egemen ve yönetsel güçler niye sevsin tiyatroyu?
Niye onun yaygınlaşması için çapa göstersin?
Niye durup-dururken halkın uyanmasını sağlayıp, kendi başına bela etsin!
Mademki tiyatro sanatı bu kadar düşünme eylemini tetikleyici ve üstelik sorgulayıcı bir yanı var; o halde niye egemen güçler böyle bir sanat dalını gün ışığına çıkaracak şekilde desteklesin?
Ne demişti öç-dört gün önce bir üniversitenin Rektör Yardımcısı; “Okuma oranı çoğaldıkça beni afakanlar basıyor” dememiş miydi?
“Ben her zaman cahil halka güvendi. Ülkeyi ancak onlar kurtarabilir’ diye bir teoriyi bizimle paylaşmamış mıydı?
Eh ‘okuma’ bu kadar tehlikeliyse, tiyatro hepten tehlikelidir öyle değil mi?
Ve…
Özetin özeti…
Dün 27 Mart’tı…
Dün ‘Dünya Tiyatrolar Günüydü’…
1961yılında Uluslararası Tiyatrolar Birliği tarafından alınan bir kararla, o günden bu güne ‘Dünya Tiyatrolar Günü’ kutlanmaktadır…
Ve bu vesileyle bende tüm tiyatro-severlerin tiyatrolar günün kutluyor ve ülkemizde de bir an önce tiyatrolara (gereksiz yatırımlar) kadar önem verilmesi gerektiğini düşünüyor ve önem verilmesini diliyorum…