Devlet-i Osman-ı Âlî’nin 19. yüzyılın ilk çeyreğinde sahneden çekilişinden bu güne, İslâm coğrafyasının muhtelif bölgelerinde vaki olan zulüm, işkence, çile, sömürü, savaş ve ölümlere insanlık olarak şahitlik yapıyoruz. Makam-mevki, şan-şöhret, mal-mülk sahibi olma uğruna, egemen güçler ve küresel emperyalistlerle işbirliği yapan despot, zalim ve hain başkanların, kralların, emirlerin, sultanların ve şeyhlerin bu hüzünlü tablonun baş mimarları olduklarını söylemek elbet mümkündür ve bu tespit doğrudur. Ancak hatanın, ihanetin ve günahların tamamını bu piyonlara, taşeronlara, maşa konumundaki sözde idarecilere yüklemek de doğru değildir. Çünkü, neticede bunlar konu mankenidir, yazılan senaryoda kendilerine verilen görevi ifa eden, rolünü oynayan birer aktördür.
Vicdan sahibi insanların gözlerini yaşartan, yüreklerini sızlatan ve uykularını kaçıran bu hazin ve acıklı manzaranın oluşumunda; imanı ile ameli, özü ile sözü ve içi ile dışı birbiri ile mütenasip olmayan, ahmak, gafil ve cahil Müslümanların katkısı sanılandan fazladır.
İnanan insanlar olarak, dertlerimizin teşhisinde hata yaparsak, çare bulmamız zor olur, belki de imkânsız hale gelir. Evi soyan hırsızın kabahati vardır da, önlemini almayan ev sahibinin sorumluluğu hiç mi yoktur? Doğru oturup, doğru konuşmanın zamanı çoktan gelmiştir ve susmak zamanı da geçmiştir. “Biraz haklılık payınız var, ama eleştirinin bu kadarı da fazla” demeyin. Mensubu olduğumuz millet ve üzerinde yaşadığımız coğrafya Âlem-i İslâm’ın bir parçası olduğuna göre, kendimizden bir-iki misal verelim ki, mes’ele daha iyi anlaşılmış olsun.
İmanı ile ameli örtüşen insan, hak ve adalet üzerine inşa edilen ve emr-i ilâhî olan İslâm Birliğini ve projesini reddedip de; küfür, zulüm ve sömürü üzerine bina edilen Avrupa Birliği kılıfına sokulan Haçlı ittifakı ve Hıristiyan kulübü içinde yer almak için gayret edebilir mi? İslâm dünyası üzerine, 1094 yılından bu güne 19 defa haçlı seferleri düzenleyenler, Çanakkale’de bizi boğmak ve tarih sahnesinden silmek isteyenler bu insanlar değil mi idi?
Özü ile sözü uyum sağlayan, akl-ı selim insanlar, senaryosunu Siyonist İsrail’in yazdığı, yapımcılığını ve yönetmenliğini AB ve ABD’nin yaptığı ve bu ülkelerin en yetkili kişileri tarafından, amacının: Fas’tan Endonezya’ya kadar 22 İslâm ülkesinin sınırlarının ve idari sistemleri ile idarecilerinin değiştirilmesi olarak açıklanan Büyük Ortadoğu Projesi’ne destek verebilir mi? Ki, bizler bunun ne anlama geldiğini ve uygulamanın neticelerini Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da, Filistin’de, Somali’de, Sudan’da, Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de gördük. Bu sıralar da ise, Suriye’de ve diğer bölgelerde ibretle izliyoruz; izliyor ve seyrediyoruz. Sıranın bir gün bize de geleceğini bildiğimiz halde, önlem almadığımız bir yana, destek oluyor, seyrediyoruz. Sırada İran var, Türkiye var. Bu olanlar Emperyalizmin İslâm coğrafyasını işgal hareketidir. Bunu anlamamak için kör, sağır ve dilsiz olmak gerekir; ruh ve akıl sağlığının yitirilmiş veya basiretin bağlanmış olması gerekir.
İçi ile dışı bir olan feraset sahibi insanlar, gayesi: İsa’nın öğretilerinin tüm insanlığa kabul ettirilmesi olarak açıklanan Dinler Arası Diyalog faaliyetlerine; yumuşatılmış ve kamufle edilmiş tabirle Medeniyetler Arası İttifak ihanetine taraftar olup, bu kirli ve sinsi oyunun içinde yer alabilir mi? Kim adına, kiminle ve hangi hakla diyalog kuruyor, ittifak yapıyorsunuz? Rabbim Allah, Nebim Muhammed, Dinim İslâm ve kitabım Kur’an diyen insanlar nasıl böyle bir şeye cür’et edebiliyor? “Allah katında Hak din İslâm’dır(Âl-i İmran:19). “Bu gün dininizi tamamladım ve ondan razı oldum(Maide:3). “Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, O’ndan bu asla kabul edilmez(Âl-i İmran:85) mealindeki Ayet-i Celile’lerin ne anlama geldiğini bu adamlar nasıl bilemezler ki?
Ve bu faaliyetlerin neticesinde, “Ilımlı İslâm, Layt İslâm” adı altında, Yahudi’lerin ve Hıristiyanların, Mecusilerin ve herhangi bir şeye iman edenlerin de Cennet’e gideceği esasını öngören yeni bir anlayış ortaya atıldı ve utanmadan buna İslâm denildi. Ne günlere kaldık Allah’ım. Hukuksuz, fıkıhsız, cihadsız, evcilleştirilmiş, ehl-i küfr-ü rahatsız etmeyen, Protestanlaştırılmış yeni bir İslâmi yorum! Uydurulmuş, sulandırılmış olan bu yeni dini mucitleri, savunanları, beğenenleri tepe tepe kullansınlar bakalım. Biz, Şer’i deliller dahilinde yolumuza devam edeceğiz inşaellah.
İmanı ile ameli mütenasip olmayan günümüzün sözde Müslümanları ile içinde bulunduğumuz tablo ne kadar da uyuşuyor değil mi? “Başınıza gelenler, ellerinizle yaptıklarınızın karşılığıdır”(Şura:30) emr-i ilâhi’si bize ayna tutuyor. Müslümanlar inandıklarını söyledikleri Kur’an Ayetleri’ne gerçekten inansalardı, durum bu mu olurdu? İnsanlığın, içinde bulunduğu keşmekeşin, perişanlığın yegane sorumlusu biz Müslümanlarız. Dünyanın evliyasından da, eşkiyasından da mes’ulüz Müslümanlar. Bizler İslâm’ı anlasaydık, yaşasaydık ve tebliğ etseydik dünya gülistana dönerdi.
Müslümanlar kalabalıklara karışmak ve konjonktüre tabi olmak yerine, aslî görevleri gereği Hakk’ı tutup kaldırsalardı, Cennet misali bir dünyada hayat sürmek mümkün olabilirdi. Bizler avutulmaya, uyutulmaya ve oyalanmaya meyyal insanlar olmaktan kurtulup, şaha kalkmadığımız sürece bu hazin gidişat asla değişmeyecektir, bunu böyle bilmemiz lazım. Aslî görevini ihmal eden ahmak Müslümanlar olarak biz bunları hak ettik, herkes işine baksın.
Selam ve dua ile…