“Aklın başına geldiğinde pişman olacağın bir işi sakın yapma.” (Hz. Mevlana)
“Ya Rabbi!.. Senin benim Rabbim olduğunu, benim ise Senin kulun olduğunu biliyorum…
Başka da bir şey bilmiyorum.
Okumadım, dinlemedim; bilmiyorum. Ve bilmediğim için Sana yakışan amelde yapamadım… Yapamadım değil yapmadım!
Zenginim; zekât vermedim, hacca gitmedim…
Sıhhatliyim; oruç tutmadım.
Namaz kılmadım… Ayıp olmasın, beni kınamasınlar diye, bezen bayramlarda, bazen Cuma günlerinde camiye gittim… Yanımdakiler eğilip doğrulurken bende eğildim ve doğruldum. Onlar ne yapıyorsa ben de onu yaptım. Bazen de dostların cenazelerinde cami avlusunda dostumun cenaze namazını kılanları seyrettim.
Fakire yardım et, dediler; “Allah onu yaratırken bana mı sordu” dedim, yardım etmedim.
Kurbanı; hayvan boğazlama ve katletme olarak kabul ettim. Hayvanlara sevgimden dolayı kurban kesmedim.
Müslümanlarla bugüne kadar hep alay ettim, onları hakir ve küçük gördüm. Kendimi onlardan ayrı ve üstün bir sınıf kabul ettim.
Müslümanlar Ramazan ayında oruç tutarken; “enayiler boşu boşuna aç kalıyorlar ve susuzluk çekiyorlar”, dedim. Onların gözünün içine baka baka ağzımı şapırdatarak yemeğimi, 30-40 derece yaz sıcağında soğuk suyumu yudumladım.
Müslümanlar gece saatlerce teravih namazı kılarken, ben park ve eğlence yerlerinde sazlı-sözlü eğlenmeye devam ettim.
Camiden gelen vaiz ve ezan sesleri neşemi kaçırmasın, eğlencemi bozmasın diye müziğin sesini yükselttim.
Ramazan Bayramını; oruç tutanların ve namaz kılanların bayramı olarak, Kurban Bayramını da kurban kesenleri bayramı olarak gördüm…
Oruç tatmadığım, Kurban kesmediğim için de bayram yapmayı hak etmediğini düşündüm. Bayram tatillerini turisttik bir tatil olarak değerlendirdim.
Ya Rabbi! Bütün bu amelsizliğime rağmen Senin yaratıcı olduğunu, Senden başka İlah olmadığını, eşin ve benzerin olmadığını biliyorum.
Emirlerini yapmasam da Muhammed Mustafa (sas)’ın Senin Resulün olduğunu da inanıyorum.
Ya Rabbi!.. Namaz kılmasam da dost cenazelerinde cami avlusunda ve mezarlıklarda imamların dualarını dinlerken; Senin “tövbeleri kabul eden, merhameti ve mağfireti bol olan” olduğunu duydum.
Beni de afv eder misin Allah’ım?!..
Ey Allah’ım, artık inanıyorum…
Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Beni Sen yarattın.
Ben Senin kulunum, bundan böyle gücüm yettiği müddetçe Senin ahdin ve va’din üzere olacağım. Yaptıklarımın kötülüğünden Sana sığınıyorum. Bana verdiğin nimetini anarken günahımı da arzederim ki, beni affet! Çünkü günahları ancak Sen affedersin…
Ey Allah’ım! Sen Şâh’sın. Senden başka asla ilâh yok. Seni tesbih ve takdis ederim. Sana yaraşan hamd ile hamdederim.
Sen benim Rabbimsin. Ben ise Senin kulunum.
Kendi nefsime haksızlık ettim; şimdi günahımı itiraf ediyorum. Bütün günahlarımı affet, bütün günahları ancak Sen bağışlarsın.
Beni ahlâkın en güzeline yönet. Zira ahlâkın en güzeline beni ancak Sen yöneltirisin. Huylarımın kötü olanlarını benden uzaklaştır; çünkü huyların kötü olanını benden ancak Sen uzaklaştırırsın. Senin davetine icabet ettim. Senin saatine geldim. (Emrine hazır ve muntazırım) Bütün hayırlar Senin elindedir. Ben Seninle var oldum ve Sana döneceğim.
Ey Rabbimiz! Sen mübareksin ve yücesin. Senden mağfiret dileriz ve Sana döneriz.”
Nu mutlu böyle tövbe eden günahkâr kullara!
“Kötülüğü bilmeyen adam, onun tuzağına kolay düşer.” (Hz. Ömer)
Vesselam…