ADAM YAŞARKEN AĞZINA GELENİ SÖYLÜYOR ÖLDÜĞÜNDE ARDINDAN KONUŞAMIYORSUN

ADAM YAŞARKEN AĞZINA GELENİ SÖYLÜYOR ÖLDÜĞÜNDE ARDINDAN KONUŞAMIYORSUN

Adam yaşarken yüreğinde bir kez olsun on gram, yirmi gram insan sevgisi taşımamış…

Allah’ın her günü birilerine sataşmış!

Can almış!

Can yakmış!

Ölümünden bir gün öncesine kadar ocak yıkmış!

Musalla taşına yatırılınca imam efendi soruyor; “Bu musallada yatan kişiyi nasıl bilirdiniz?” deyince, cümbür-cemaat milletin hepsi birden koro halinde;

“İyi bilirdik Allah rahmet eylesin!”

İmam; “Hakkınızı-hukukunuzu helal ettiniz mi?”

“Helal ettim!”

İyi…

Güzel…

Bunlar bizim İslami inançlarımız ve ritüel geleneklerimiz olduğu için buna da eyvallah!

Ama şu “Ölenin ardından konuşulmaz” sözünü bir türlü anlayamıyorum…

Peki, ardında bıraktığı güzel konuşmaları ve davranışları konuşabiliyorsak, neden toplumu veya birilerini rahatsız eden konuşma ve davranışlarını neden konuşamıyoruz?

Örneğin geçtiğimiz günlerde bir gazeteci (birilerinin hoşuna gitsin veya ne bilim ben yalakalık olsun diye) öldürülen; Ali İsmail Korkmaz için (15 Temmuz 2013 tarihli yazısında) şöyle konuşuyordu ölen gencin ardından;

“Ne malum dövülerek öldürüldüğü,

            Belki, kafasını taşa çarpmıştır!

            Belki de koşarken dengesini kaybedip kafasını duvara vurmuştur!

            Ya da ne bileyim, merdivenden düşmüştür!

Şimdi belki diyeceksiniz ki, bu cümlelerde öleni rahatsız eden bir şey yok.

O zaman Türkan Saylan ölünce (19 Mayıs 2009) tarihli yazısına bakalım;

“Şimdi onun ardından nutuklar atılıyor!

            Şöyle bilim insanıydı, böyle çağdaştı falan, filan!

            Hep öyle olur ya; kel ölür sırma saçlı olur ya, Türkan Saylan da kıymete bindi!

            Ama açık ve net söylüyorum:

            Türkan Saylan hayatı boyunca benden, benim gibi düşünenlerden ve inançları gereği örtünen hanımlardan/ öğrencilerden hep nefret etti!”

Evet, bu sözler Prof. Dr. Türkan Saylan ölünce arkasından söylendi…

Gezi direnişini değerlendirirken (1 Temmuz 2013) tarihle yazısından bir alıntı yapacak olursak, gezi direnişçileri için değerlendirme biçimi ise şöyleydi;

“Hem demokrasi diyeceksin.

            Hem demokratik tepki hakkımı kullanıyorum diyeceksin.

            Hem de polise taş ve molotof atarken maske ile yüzünü gizleyeceksin!

            Ulan ‘… oğlu ….!’

            Ulan ….!

            Ulan …..!”

Bu sözler, bugün arkasından konuşulması istenmeyen gazetecinin sözleri.

Devam edelim mi?

LGBT (Lezbiyen-Gey-Biseksüel- Transgender) gurupların Taksim de yaptığı ‘Onur Yürüyüşü’ eylem biçimi değerlendirmesini kısaca şöyle yapıyor (2 Temmuz 2015) tarihli yazısında; “Bu mübarek ramazan günlerinde ‘sapık eğilimleri meşrulaştırıcı’ bir eylem yapmak, üstüne üstlük Müslümanların inancına saldıran bir slogan atıp pankart taşımak kadının da erkeğinde yaptığı düpedüz …..’tur!”

            Atatürk hakkında söylediği çirkin sözleri buraya almıyorum…

Neyse…

Daha renkli, daha sansürlenici konuşmaları da var ama bu kadarı yeterli deyip, bu malum gazeteci 2015 yılının son günü Suudi Arabistan- Mekke’de bulunan devletin üst düzey yöneticileri ile beraberken bu dünyaya elveda dedi..

Ve cenazesini üst düzey protokol kaldırdı…

Geçmişte yaşamını ve yazdığı yazıları hakaret ve küfürlerle dolu olan bu gazeteci denilen adamın arkasından devlet erkanı övgülü sözler konuşabilmek için adeta sıraya girdiler!

Devletin başı şöyle dedi: “Zor zamanlarda düşündüğünü, inandığını cesurca haykıran bir kalemdi. Herkesin sustuğu dönemlerde dahi hiç bir zorluk ve baskı karşısında eğilmeden, bükülmeden cesurca yayın çizgisini sürdürdü.” Diyen devlet başkanımız daha sonra gazeteci defin edilirken kuran okudu…

Ve ardından övgü sırası Hükümetin başına geldi ve o’da şöyle konuştu;

“Çok cesur ve etkin bir kalemimizi, Hasan Karakaya’yı kaybetmenin üzüntüsü içerisindeyiz. Kendisini uzun yıllar tanır, biliriz. En zor şartlarda , en zor zamanlar da hiç tereddüt etmen düşündüğünü, inandığını cesurca haykıran bir kalemdi. O zamanlarda herkesin sustuğu dönemlerde dahi hiçbir zaman, hiçbir zorluk ve baskı karşısında eğilmeden, bükülmeden kalemini hiçbir şekilde herhangi bir ürkeklik içinde kullanmadan cesurca yayın çizgisini sürdürdü.”

Biraz önce bu adamın Atatürk için söylediği sözleri (şu sayfaya düşmekten utandığım için) yazmayacaktım ama az sonra Genelkurmay’ın bu gazeteci denilen adam için verdiği mesajı vereceğim için Atatürk için söylenen sözleri de düşmek zorunda kalıyorum.

Aralık 2014’te Yeni Akit Gazetesinde yayımlanan ve Mimarlar Odası tarafından açılan davada mahkemenin Atatürk Orman Çiftliğine ilişkin Atatürk’ün vasiyetine bakılması kararının eleştirildiği haberde “Bırak Ak Sarayı, Atatürk O.Ç’ye bak” ifadelerinin kullanıldığı başlık unutulmadığı halde, Atatürk’e hakaret yapan bu gazeteciye; Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı, ölen bu gazeteci için şu taziye mesajını yayınlıyor: “Haksızlığa karşı en zor zamanda konuşmasını bilmiş ve dik duruşundan asla taviz vermemiştir” şeklinde taziye dileklerini bildirmiştir gazetecinin oğluna…

***

Bu ünlendirilmiş veya ünlendirilmeye çalışılan gazetecinin adını bulmayı ben sizlere bırakacaktım ama ne var ki, yukarıda Başvekilimizin konuşmasında bu isim zikredildiği için benim dile getirmemde de bir beis yoktur!

Bu arkasından konuşulması yadırganan zat-ı muhterem gazetecinin adı, sizinde tahmin ettiğiniz gibi Hasan KARAKAYA dır..

Ancak peşinen şunu da söylemeliyim ki, benimle uzaktan-yakından hiçbir akrabalık ilişkisi olmayıp, sadece ve sadece soy isim benzerliği vardır…

Bu zorunlu açıklamayı da yaptıktan sonra ben sözlerimi burada bitiriyor ve sizleri kendi düşüncenizle baş-başa bırakıyorum…

 

 

 

 

 

 

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?