HAYALLERİMİ ÖZGÜR BIRAKIYORUM KENDİMCE BİR DÜNYA KURUYORUM

HAYALLERİMİ ÖZGÜR BIRAKIYORUM KENDİMCE BİR DÜNYA KURUYORUM

Sömürü yok;
Çünkü sömürü kavramını kimse bilmiyor…

Yalan-talan yok;
Çünkü bu sözcükler ilk kez duyuluyor…

Halklar arası savaş yok;
Çünkü siyah-beyaz herkes barış içinde yaşıyor…

Aç kalırım korkusu yok;
Çünkü herkesin karnı en güzel şekilde doyuyor…

Kadın-erkek ayrıcalığı yok;
Çünkü her ikisi de yan-yana, omuz-omuza yürüyor…

Çocukların gelecek korkusu yok;
Çünkü yönetsel güçler ona sınırsız güvence veriyor…

Ülkeler arası kırmızı çizgiler yok:
Çünkü halklar arası savaş korkusu diye bir şey yok…

Kısacası;
Öylesine saçma-sapan ve özgürce bir düş kuruyorum ki;
Bütün insanlar gök kuşağının altında hep birlikte mutlu yaşıyor.

Ve böyle yaşasa fena mı olur?
Yoksa yaşadığımız bu kirli dünyanın şekli mi bozulur?

Aaa!
Bir dakika…
Sahi bu dünyayı kirletenler kimler?

Bu yerküresinin üstünde 7.53 milyar insan yaşıyor…
Ve istatistikler bu rakamların mutluluğunu ise şöyle açıklıyor;

Yeryüzünde yaşayan 7.53 milyar nüfusun yüzde-biri dünyayı sömürdüğü için ‘mutlu azınlık’ olarak yaşıyor…

Bu yüzde-birlik mutlu azınlığı daha da özetleyecek olursak;
Meğer bu 7.53 milyarlık nüfusun en zengin adamı 26 kişiymiş.

Gel de şaşırma…
Gel de inanma …

Ve bu tespitleri istatistiksel rakamlardan öğrendikten sonra da ister-istemez aklıma ülkelerin yönetim biçimleri ve yönetimlerin ülkeler-arası siyasi, ekonomik, diplomatik ve karşılıklı çıkarsal ilişkileri geliverdi…

Şöyle ki;
Sözlükler ‘Kapitalist’ yönetim biçimini nasıl tanımlıyor diye şöyle bir baktım ve şöyle tanımlıyor;

“Kapitalizm, üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bunların kar amacıyla işletilmesine dayanan bir ekonomik sistemdir.” diye tarif ediyor…

Eh, bu durumda sizde takdir edersiniz ki, üretim araçları kamusal ortaklıkta değilde, özel kişilerin özel mülkiyeti durumundaysa, o zaman bu da demektir ki; mülk sahibi kimse, kazanan da o şahıs olacaktır öyle değil im?

Ve ‘kapitalizme’ baktıktan sonra birde ’emperyalizme’ bakayım dedim; meğer o da kapitalizmin bir üst aşaması imiş…

Yani bunu daha anlaşılır bir biçimde ve kısa başlıklarla ifade edecek olursak;

“Bir devletin başka bir devlet aleyhine topraklarını genişletmesi; yani o ülkenin topraklarını işgal etmesi”

Yani “Bir devletin başka bir devleti -bir şekilde- vergiye bağlaması.

Yani “Bir devletin başka bir devletin topraklarında bulunan doğal kaynakları kendi çıkarlarına uygun bir şekilde kullanması yani sömürmesi” emperyalizmin amaçları arasındaymış…

Hatta ve hatta bu ereklerine çarçabuk bir şekilde uluşabilmek içinde; “Sömürmek istediği devlette yurttaşlar arasında kendi kültürünü yayar ve kabul ettirirse” işi daha da kolaylaşırmış…

Şimdi bu tespit ve tanımları öğrence de aklıma ister-istemez şunlar geliverdi;

“Bizde toplum olarak gün geçtikçe kendi kültürümüzü bırakıp bazı batılı ülkelerin kültürünü kopyalamaya çalışıyoruz. emperyalizm acaba bizim ülkemize de mi sızdı?” diye de kuşkulanıyorum ne yalan söyleyeyim…

Hatta ve hatta; “derelerimiz’in-tepelerimiz’in, yeraltı ve yer üstü kaynaklarımızın falan ülkeye satıldı, filan ülkeye kiralandı” diye dedikodularını duyunca, inanın en çok emperyalistlerden yani bir başka ifadeyle ‘küresel sermaye güçlerinden’ kuşkulanmaya başladım!”
“Kuşkulanmıyorum” dersem yalan olur…

E, şimdi sizde belki -haklı olarak- diyeceksinizdir ki;
“Yahu hocam aşk olsun sana”
“Konuya nasıl başladın, nereye bağladın”
“Adeta bizi tongaya bastırdın!”
“Yani bu karda-kışta da olacak iş mi şimdi bu!” gibi serzenişlerin olduğunu duyar ve hisseder gibiyim…

Hisseder gibiyim hissetmesine de…
Bu dünyayı kirletenleri tanıyıp ve onların kirliliğini temizlemeden de gökkuşağı altında yepyeni bir dünya kurulmaz ki birader…

Yepyeni bir dünya kurabilmek için;
Önce bu dünyayı kirletenleri temizleyeceksin ki…
Ondan sonra kendiye yeni bir dünya kuracaksın öyle değil mi?

“Zor mu?”
Hiç de zor değil…
Önce insanlığa düşman olanları tanı gerisi kolay…

Ve birde sakına sakın “tanımak kolayda, bir araya gelmek çok zor” diye itiraz edilmesin…

Zira dünyayı sömüren bir avuç egemen güçler kendi icatları olan;
“Anneler günü””
“Babalar günü ”
“Sevgililer günü”ilan edip bizlerin ‘sevgisini’ nasıl bir gün içerisine sıkıştırıp ve aynı zamanda tüketim kültürünün içinde yer aldırıyor ve hiçbirimiz itiraz etmiyorsak; insanlık adına yapılmak istenen ‘birlikteliği’ de itiraz edilmemeli diye düşünüyorum…

Bu duygularla ben aradan çekiliyorum;
Buyurun şimdi söz sırası sizin…
Benim gibi ütopik ve pembe hayalleriniz varsa sizde söyleyin…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?