Murat Özkan
Son dönemde medyanın gündemine oturan Narin cinayeti, bir trajedi olmaktan öteye geçti ve reyting yarışına kurban edildi. Cinayetin her aşamasının, farklı senaryolarla sunulması, olayın adeta bir dizi gibi kurgulanması, acının medya aracılığıyla yeniden üretilmesine yol açtı. Bu yaklaşım, şiddet ve trajediyi normalize ederken, toplumsal hassasiyetleri de göz ardı ediyor. Özellikle kız çocukları, kadınlar ve onların babaları üzerinde ciddi psikolojik etkiler yaratma riski taşıyor.
Haberin bu şekilde işlenmesi, medyanın şiddeti bir tür eğlence unsuru olarak sunması anlamına geliyor. Oysa medyanın asli görevi, toplumu bilgilendirmek ve olayları tarafsız bir şekilde aktarmaktır. Ancak günümüz medyasında reyting kaygısı, insani ve etik sorumlulukların önüne geçebiliyor. Narin cinayetinin dramatik bir dille ve görsel zenginlikle anlatılması, medyanın ne yazık ki gerçek bir sosyal sorumluluk bilincine sahip olmadığını bize gösterdi. Bu durum, özellikle kız çocukları ve kadınlar için derin korkular yaratabilecek boyutlara ulaştı. Cinayet âdete bir tv dizisine dönüştürüldü. Tv ekranlarında anlatılan senaryolar ve yapılan kurgular, aileleri kızlarını nasıl koruyacaklarına dair derin endişeler içine sürüklerken, çocuklar da kendilerini güvensiz hissedebileceği bir ortamda buldular.
Bu Süreçte Medyanın Tavrı Nasıl Olmalıydı?
Medyada böylesine trajik bir olayın haberleştirilmesi elbette önemlidir, ancak asıl önemli olan haberin nasıl verildiğidir. Medyanın yapması gereken, olayı sansasyonel bir hale getirmeden, şiddeti özendirmeden, kaygılara sebep olmadan tarafsız ve sorumlu bir şekilde kamuoyuna sunmaktır. Kadın cinayetleri, toplumda derin yaralar açan olaylardır ve medyanın bu konuyu işlerken sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerekir. Haber dilinin daha dikkatli ve şiddeti minimize edecek şekilde kullanılması, toplumun bu tarz olaylara karşı duyarlılığını artırabilir. Bunun yanı sıra, bu tür olayları sadece bireysel trajediler olarak değil, toplumsal bir sorun olarak ele almak ve çözüme yönelik adımların da haberlerde yer bulmasını sağlamak gerekir.
Güvenlik Yönetimi Ne Yapmalıydı?
Yöneticilerin de medyaya olan müdahalesi ve olayın soruşturulma sürecine dair şeffaf bilgilendirme sağlaması çok önemlidir. Adaletin hızlı ve etkin işlemesi, toplumu bu tarz vakalardan koruyacak düzenlemelerin yapılması gereklidir. Bu tür cinayetlerin sadece bireysel vakalar olarak kalmaması, toplumsal bir sorun olduğunun kabul edilmesi gerekir. Yöneticiler, şiddete karşı sıfır tolerans politikalarını daha kararlı bir şekilde hayata geçirmeli ve medyanın bu tür olayları işleme biçimine dair daha sıkı denetim getirmelidir. Küçük suçların ciddiye alınmaması ve cezalandırılmaması toplumsal düzeni ciddi oranda bozduğu bilinen bir gerçektir. Philip Zimbardo’nun Kırık camlar teorisini burada uzun uzadıya yazmak yazının konusu değil. İlgilenen okuyucuya google’dan bakmasını öneririm.
Sonuç olarak; medyanın trajedileri reyting uğruna bir malzeme olarak kullanması, toplumda derin izler bırakıyor. Özellikle kız çocukları ve kadınlar, bu tür haberlerle birlikte güvensiz bir dünyanın içinde yaşıyormuş gibi hissediyorlar. Bu süreçte medyanın sorumluluğu, haberi doğru, tarafsız ve duyarlı bir şekilde kamuoyuna sunmaktır. Yöneticilerin ise adaletin yerini bulmasını sağlamak ve toplumsal bilinci artıracak politikalar geliştirmek gibi önemli bir görevi vardır. Medya; şiddeti besleyen ve normalleştiren her türlü yaklaşımdan, yayından uzak durulmalı, insan onurunu ve yaşamını her şeyin önünde tutan bir anlayış hâkim olmalıdır.