Birleşmiş Milletler,
1992 yılında -3 Aralık- tarihini ‘Uluslararası Engelliler Günü’ ilan etmiş…
“Engelliler Günü” ilan etmiş etmesine de, bana göre ‘engelliler’ kime ve kimlere denir? bunun tanımını herkesin anlayacağı bir şekilde doğru-dürüst pek yapamamış…
Tamam…
İnsan doğuştan zihinsel ve bedensel olarak herhangi bir organı arızalı ve eksik doğmuş olabilir…
Ancak bu zihinsel ve bedensel eksikler salt doğuştan gelmediği gibi daha sonradan ve hiç beklenmedik bir zamanda da meydana gelebilir…
İnsan doğuştan gözleri görmeyebilir…
Bedensel organlarından herhangi birinin işlevselliği eksik olabilir.
Hatta akıl ve zihinsel olarak eksik de doğmuş olabilir…
Ve bütün bu eksiklikler -doğuştan- olmazda, ileri yaşlarda ve hiç beklenmedik bir zamanda da meydana gelebilir…
Örneğin, bir trafik kazasında bedensel organlarınızdan herhangi birisini kaybedebilirsiniz…
İşlevselliğinin tamamını veya yarısını yitirebilirsiniz…
Bunlar -istemesek de- herkesin başına gelebilecek doğal şeyler ve olaylardır…
Yani buraya kadar olan sohbetimizi kısaca özetleyecek olursak;
Hepimiz anamızdan eksiksiz ve sapasağlam dünyaya gelsek de, hepimiz birer “Engelli” adayıyız…
Yani hiç beklenmedik bir zamanda bizlerde fiziksel ve bedensel olarak -tam kapasiteyle çalışan- organlarımızdan birisini kayıp edebiliriz…
İşlevselliğinin tamamını veya yarısını yitirebiliriz…
Yeter ki zihinsel olarak akıl ve düşünce yetilerimizi yitirmeyelim…
Dua edelim de ‘akıl sağlığımız’ yerinde kalsın…
Düşünen bir beyniniz varsa; beyninize bir şey olmasın!
Çünkü işlevsiz veya yarı işlevli organların yapamadığını sağlam bir beyin ve düşünmeyi beceren bir kafa her şeyi yapabiliyor…
Örneğin; dünyanın en büyük müzisyeni Beethoven sağırdır…
Karanlıkları aydınlatan ve ampulü bulan adam Edison sağırdır.
Dünyaca ünlü ‘yazar’ Helen Keller hem sağır ve hemde dilsizdir.
Vesaire, vesaire…
Daha buna benzer birçok ‘engelli’ ünlüler gelip geçmiştir bu dünyadan…
Şimdi şu sonradan meydana gelen ‘engelli’ konusuna tekrar geri dönecek olursak, demem o ki; “Hepimiz bir dakika sonranın engelli adayı” olduğumuzu unutmamız gerekir…
Her bedensel uzvu eksik olana da “Engelli” diye tanımlamamız gerekir diye düşünüyorum…
Doğuştan meydana ‘zihinsel düşünme eksikliği’ olanlara da yine “engelli” dememiz gerekir diye düşünüyorum…
Çünkü bu tür insanların ayaklarına dolaşıp, onların yolculuğuna engel olmazsak; onlarda en güzel şekilde yolculuk yapabilir bu dünyada…
Hatta her birinden ‘dünyaca ünlü’ birisi daha çıkabilir…
Şimdi konuyu özetleyerek sonlandıracak olursak…
Benim aklımın basmadığı ve bir türlü ermediği konu şu;
“Doğuştan ve sonrada bir kaza sonucu meydana gelen engellilik konusunu” bir tarafa bırakırsak; endamı yerinde, bedensel olarak sapasağlam olmasına rağmen “düşünme özürlü” insanları hangi kategoriye yerleştireceğiz?
Her türlü varsıllık denizinde yüzmesine rağmen sadece ve sadece ‘Engelliler Gününde’ engelliler aklına gelen ve sadece o gün nutuk atan zatı-muhteremleri hangi kategoriye yerleştirip ve hangi tarafta değerlendireceğiz?
Demem o ki;
Nefes alıp-veren bütün insanlar -bedensel ve zihinsel olarak- hangi eksikliği olursa olsun…
Yüreklerin öne çıkardığı sevgi ve saygı hilesiz-hurdasız bir şekilde devam ediyorsa; orta yerde ‘engelli’ falan yoktur…
‘Engel’ koyanlar vardır…
Onlarında kimler olduğu herkes tarafından bilinmektedir…
Son söz;
Biraz önce de dediğim gibi…
Benim benim aklımın ermediği ve beni çelişkiler denizinde kulaç attıran şey ise;
“Sahi bu 3 Aralık tarihini ‘Engelliler Günü’ olarak ilan eden BM (Birleşmiş Milletler) gerçekten engellileri önemsiyor ve seviyor mudur?”
“Seviyorsa; neden mazlum milletler ve halklar arası savaşlar çıkarıp; engellilere yeni- yeni engelliler ekliyor?”
Sizce de öyle değil mi?
İşte burada benim de aklım tıkanıyor ve bir anlamda ‘engelli’ oluyorum!
Ve ne yalan söyleyeyim, ben ‘engelli-engelsiz- tasnifi yapmak istemiyorum…
Sevmediklerimi zaten sevmiyor;
Sevdiklerimi de araya ‘engel’ koymadan sevmek istiyorum…