Sosyal hayat içinde hepimiz birbirimize ihtiyaç duymaktayız, muhtacız. Mademki hepimiz birbirimize muhtacız; o zaman neden insanlar birbirlerinin kalplerini kırıyorlar ve birbirlerine kötü davranıyorlar? Sizce neden insanlar etraflarındakini huzursuz edebiliyorlar ve kusurlarını araştırıyor? Neden insanlar birbirlerini sıkıntıya sokabiliyorlar?
Günümüzde İslam’ın 5 şartı ile İslam’ın yaşandığı söyleniyor. O zaman neden karısını döven erkeklerin oranı %70’lerin ötesinde? Fitneler, cinayetler, hırsızlıklar, iftiralar, zinalar, vs. olaylar neden bu kadar fazla? Bu konulardaki istatistikler; İslam’ın 5 şartı ile İslam’ın yaşandığı söylenen Türkiye’de aslında İslam’ın yaşanmadığını bizlere gösteriyor.
Biz nasıl kaybetmişiz gerçek hüviyetimizi ve Osmanlılığımızı? Osmanlı ki hiç kimseye kötü bir davranış sergileyemezdi. Bu onların yapısında vardı. Çünkü herkes tasavvuf âdabı üzerine terbiye edilirdi.
Toplumun bir bütün olarak terbiye edilmesi lâzım. Bu terbiye anaokulundan başlamalı ve İlkokulu, ortaokulu, liseyi, üniversiteyi ve ardından tüm yaşamını kaplamalı. Doğuştan itibaren insanlar; Allah’a ve tasavvuf hayatına yakın hüviyette yaşamak durumundayız. Biz bu ifadeleri kullanıyoruz ama hemen buna bir kulp takanlar olacaktır. Özellikle bu anlatılanların ardından; ‘İşte irtica hortladı!’ diyeceklerdir. Ne irticası? Osmanlı’yı, Osmanlı yapan; sizin o irtica zannettiğiniz davranış biçiminin mükemmelliğidir ki; o da zaten Allah’ı yaşamın merkezini alan tasavvufi düşünce sistemidir.
Bu mu irtica?
İnsanların birbirine sevgi duyduğu ve huzur içinde bir toplumda hiç kimsenin hırsızlık yapmadığı, kimseyi rahatsız etmediği bir düzen…
Bu mu irtica?
Davranış biçimleri dediğimiz zaman Osmanlı’da insanların muhtevasına bakın. Osmanlı’da birisi kendi kendine bir karar vermiş, diyor ki: ‘Ben şimdi bir defter alacağım, bütün evliyaları ona yazmaya başlayacağım.’
Kafasında bu düşünceyle bakkala gidiyor; ‘Defter almak istiyorum.’ diyor.
Bakkal gülümsüyor, defteri veriyor. Arkasından da diyor ki: ‘Beni de yaz.’
Adam hayrette. Hiçbir şey söylemediği halde o kişi o deftere evliyaların yazılacağını önceden biliyor.
Çıkıyor, kasabın önünden geçerken kasap içerden sesleniyor: ‘O defter var ya, beni de yaz oraya!’
Manavın önünden geçerken manav sesleniyor; ‘Beni de, beni de yaz!’ diyor.
Alışveriş yapanlar, ticaret yapanlar, ticaretlerine en ufak bir haram karıştırmazlardı.
Böyle bir şey mümkün olamazdı. Herkes aldığı maldan %100 emindi. Her tarafta tam bir güzellik ve edep hâkimdi.
Herkesin birbirine sevgi gösterdiği, büyüklerin küçüklere sevgi gösterdiği, küçüklerin büyüklere hürmet gösterdiği, saygı gösterdiği bir toplum dizaynı…
Allahû Tealâ kanunlarını boşuna mı koyuyor? Böyle bir şey düşünebilir misiniz? Allahû Tealâ, mantıksız bir şey yapmaz ve her şeyin en güzelini Kur’ân-ı Kerim’in’de emretmiş.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki: ‘Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kur’ân-ı Kerim’e bakın. Hiçbir hadîsim Kur’ân-ı Kerim’e aykırı olamaz.”
Olması mümkün olabilir mi?
Neden olamaz? Hanginiz söyleyebileceksiniz şimdi bana bunu? Neden olamaz?
Çünkü Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.); O Peygamberdi ki; Allah’ın tasarrufundaydı. Bütün Peygamberler Allah’ın tasarrufundadır. Bütün Peygamber yani Nebi olmayan Resûller de Allah’ın tasarrufundadır.
Allahû Tealâ bu müstesna olayı onlara yaşatmakla, insanlara neyi anlatıyor? ‘Allah’ın dostu olursanız Allah sizi işte böyle mutlu eder.’ diyor.
Bir insan Allah’a ne kadar yaklaşırsa, o kadar mutludur. Bir insan Allah’a ne kadar yaklaşırsa çevresindeki insanlara o kadar çok mutluluk ulaştırır. Allah’a en yakın olanlar, iradelerini de Allah’a teslim edenlerdir. Onlar, kendilerini insanlığa adamışlardır. Onlar; yaşamazlar, yaşatırlar ki kendileri de yaşasın. Hem de çok mutlu olarak yaşarlar…
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse dilediği andan itibaren Allahû Tealâ o kişiyi tasarrufu altına alır. O kişiye şeytanın yaklaşmasına müsaade etmez. Ne zamana kadar? Ta ki o kişi ruhunu Allah’a teslim etsin.
Eğer siz de; ‘Ey Yüce Allah’ım! Nasıl onca Ermiş Evliya varsa, ben de onlar gibi ölmeden evvel ruhumu Sana ulaştırmayı diliyorum. Ne olur benim de ruhumu Sana ulaşanlardan kıl. Beni de Ermiş Evliyaların arasına al Yarabbi!’ diye bir kalbî dileğin sahibi olursanız, Allah’ın garantisi altına alınırsınız.
Kişi bu noktadan yola çıkıp da ruhunu Allah’a ulaştırana kadar geçecek olan 7-8 aylık bir devre içinde dünyadaki en mutlu insanlardan biri olur. Yani iradesini de Allah’a teslim etmiş bir kişinin mutluluğunu üst boyutta yaşar.
İnsanların birbirine düşman kamplara ayrılıp savaşmaları, cinayetler, zinalar, hırsızlıklar, İlluminati’nin hedefleri uğrunda birbirine saldırılarak öldürülmesi ve şeytana tabi olmasının arkasında; bizim anlatılan ‘İslam’ın 5 şartı ile tam Müslüman olursunuz’ eğitiminin eksik olduğunu ve kimsenin bu şekilde kurtuluşa erememesidir. Bunların hepsi şeytanın tuzaklarıdır.
Şeytanın tuzaklarından kurtulmak için önce Allah’a ezelde 3 vücudumuz için verdiğimiz yeminin yerine getirilmesi gerekmektedir.
Bu 3 vücudumuzun yanı sıra irademiz de Allah’a teslim olacağına dair misak vermiştir (MİSAK)(Maide-7)
Misak, ahd, yeminin ve irademizin misakini yerine getirilmesi konusunda Yüce Rabbimiz farzları oluşturan emirler vermiştir.
Allahû Tealâ, ruhumuzun Allah’a dünya hayatını yaşarken ulaşmasını 12 defa farz kılmıştır.
Rabbimiz fizik vücudumuzun Allah’a kul olmasını 3 âyetle farz kılmıştır (Yasin-60, 61, En’am-152, Maide-7).
Nefsimizin tezkiye olmasını yine 3 âyetle farz kılmıştır (Maide-105, En’am-152, Maide-7).
Allahû Tealâ, irademizin de Allah’a teslimini farz kılmıştır. (Nisa-58, En’am-152, Maide-7)
NİSÂ-58: “Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.”
MÂİDE-7: “Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.”
EN’ÂM-152: “Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.”
Dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dileyerek, Allah’ın verdiği furkanlarla (Doğruyu, yanlıştan ayırma özelliği) gören, işiten, idrak eden kişiler olarak mürşidimize ulaşıp yeminlerimizi yerine getirebiliriz. (Enfal-29) Mürşidimizi Hacet Namazı’yla Allah’a soralım. Şunu çok iyi bilmelisiniz ki; Mürşitlerin tayini sadece Allah’a aittir ve O tayin eder. Mürşidin kim olduğu Allah’ın kullarına değil, sadece Allah’a sorulur. Bunu çok iyi anlayabilirsek biz de kurtuluşa erenlerden ol olur ve Kuran-ı Kerim-i tam anlamıyla yaşamaya başlarız. İnşallah…
Sevgi ile kalın.