Ayin saati haricinde, kontrol amacı ile kiliseye giren papaz, bir anda, çevresinde “sağlam ayakkabı değildir” yaftasına muhatap olan bir sarhoşla karşı karşıya gelir. Papaz bir sarhoşa bakar, bir de kutsal şarapla dolu olan kaba bakar ve görür ki, şarabın yerinde yeller esiyor. Papaz bey İki metre uzağında duran herifi baştan aşağı süzer, suratı sirke satar bir halde sarhoşa sorar: “kutsal şarabı sen mi iç ettin? Muhatap sanki söylenenleri hiç duymamışçasına sakin sakin bakıp duruyor, tepki vermiyor. Bir kaç dakikalık beklemeden sonra papaz iyice sinirlenir ve hışımla aynı soruyu tekrar eder: “duymuyor musun be adam? Cevap versene, kutsal şarabı sen mi içtin? Sarhoş, elini kulağına verir ve sanki hiç bir ses duymamış gibi cevap verir: “Bir şey mi dedin sayın papaz? buradan hiç bir ses duyulmuyor da.” Papaz adeta küplere biner ve hiddetle sorar: “Nasıl duyulmuyor ya hu? sen benimle, koskoca papazla alay mı ediyorsun?”. Adam sakin bir şekilde: “evet, buradan hiç bir şey duyulmuyor, anlaşılmıyor.” der ve ilave eder: “isterseniz yer değiştirelim de siz de görünüz.” Papaz kendinden emin ve rahat bir tavırla “Peki, kabul ediyorum, yerleri değiştirelim” der ve papazla sarhoş yer değiştirirler. Bu sefer sarhoş papaza sorar soruyu:” Kilise için toplanan yardımları kim iç etti? sakın bu sen olmayasın”? Papaz gayet sessiz ve sakin, durgun ve mahcup bir halde verir cevabı: “Bir şey mi dediniz? Gerçekten de buradan hiç bir ses duyulmuyormuş. Sen haklıymışsın be dostum.”
Bu bir kıssa, herkes alsın hissesini ve de hayrını görsün efendim. Kıssa kutsal! yorum hürdür. Bizim lisanımızda, çamaşır lastiği gibidir bazı deyimler ve kıssalar bilirsiniz; herkes istediği yöne doğru uzatabilir, hem de istediği miktarda. Bu sıralar “ortalık adeta toz-duman.” Malum: kimin nerede, ne diye, ne yaptığı fazla belli olmuyor.
Ölümlerin, zulümlerin, işkencelerin, yalanın-talanın revaçta olduğu günler……
Hırsıza hırsız, arsıza arsız, müfteriye müfteri, zalime zalim, gâvura gâvur vs. demenin yasak olduğu; doğru konuşanların dokuz köyden kovuldukları, hatta 10. köye kabul etmemeleri için de, köy sakinlerine ve yetkililerine alenen ve ağır baskıların uygulandığı, gayri insani şekilde talimatların verildiği bir devrin mağdurlarıyız. At izi ile it izinin bir birine iyice karıştığı, ata et, ite de ot’un yiyecek olarak arz edildiği bir zaman ve zeminde yaşamaktayız.
Milyonların, yaşama adına sürüm-sürüm süründüğü veya süründürüldüğü, bir avuç mankurt’un, putlu ve mutlu azınlığın yasal olmayan yöntemlerle elde ettiği yüz milyonlar, hatta milyarlarca lira ile zevk-ü sefa sürdüğü, mazlumların hor ve hakir görüldüğü, hatta adam sınıfına dahi konulmadığı, zalimlerin egemen olduğu dünyada hayat adı altında çile doldurmaktayız.
Bir kısım dindarların ve din görevlilerinin “din adına” dini yozlaştırdığı; hukuk adına hükmedenlerin adaleti katlettiği, ilim adına konuşanların ilmi ayaklar altına aldığı; sanatçıların sanatı, zanaatçıların zanaatı; kısacası, bir kısım insanların insanlığı berbat ettiği kaos dolu bir dönem…
Öylesine utanç verici, kaos dolu bir dönem ki, yalan konuşanlar ile doğru konuşanların, mert olanlar ile namertlerin, zalimler ile mazlumların, ayarı ve kalitesi düşük insanlarla saygı değer şahsiyetlerin, sahtekâr, ahlaksız ve düzenbazlarla dürüst, kaliteli ve yararlı kişilerin aynı kefeye konulduğu bir dünya…İyiliklerin ve güzelliklerin unutturulduğu; kötülüklerin ve kötülerin baş tacı edildiği, rağbet gördüğü utanılası dünya…
Bir kısım yer ve mahallerden zaman zaman bazı seslerin, bazen de hiç bir şeyin, hiç bir yerden duyulmadığı, duyulamadığı; aslanların kedilere boğdurulduğu, kimilerinin köpeksiz yörelerde değneksiz dolaştığı; taşların bağlandığı, köpeklerin serbest bırakıldığı, hatta dokunmanın yasaklandığı; gücü, parası, dayısı, nüfuzu olmayanlara hayat hakkının tanınmadığı köhne bir evren…
İmanında arıza, amellerinde nakısa, ahlakında kokuşma, vicdanında kararma olanların, insanlık, fazilet ve dürüstlük adına kirlettikleri, yaşanamaz haldeki, iğfal edilmiş dünya…Acıların, hüzünlerin, kederlerin, dertlerin, sıkıntıların harman olduğu dünya…
Yüce Allah’ın ter temiz, güzel, mükemmel ve yaşanabilir bir şekilde yarattığı bu harika dünyayı kendi çıkar ve menfaatleri uğruna kirleten ve yaşanamaz hale getirenlere yazıklar olsun, yuh olsun demekten başka elimizden ne gelir….Etkili yerlerde iştigal eden bir kısım yetkililerse, durumdan gayet memnun, her şey istenildiği minval üzere devam ediyor. Yani, bir bakıma ” No problem!”
Cennet misali olması gereken bu dünyada insan olması hasebiyle herkesin müreffeh bir halde yaşama hakkı vardır. Eşref-i Mahlukat ve insan olarak, kirletilen dünyada huzurlu, mutlu, sağlıklı bir şekilde yaşayabilirsen buyur yaşa arkadaş.
Durumdan şikâyetçi iseniz, yapacağınız tek şey var: derdinizi Marko Paşa’ya anlatacaksınız efendim. Tabii ki, O’na ulaşabilirseniz.!!! Veya, ulaşabildiğiniz takdirde, sizi dinlerse, derdinize derman olabilirse….
Selâm Hakk’a tabi olanlara…