DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM

DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM

Devlet-i Osman-ı  Âli’nin bir takım entrikalarla dağıtılması ve O’nun külleri üzerinde Türkiye Cumhuriyeti adıyla yeni bir devletin kurulması ile birlikte, sistem olarak batıdan ithal edilen elbise bu milletin bedenine her nasılsa uymadı, uydurulamadı. Bize göre dar, dekolte ve kısa olan bu giysi, milli şeflik döneminde “baskı ve dayatma” ile kabullendirilmeye çalışıldı, ama sıkıntılar çoğalmaya ve tahammül sınırlarını zorlamaya başlayınca da, güya “çok partili” sisteme geçildi. Ne var ki, zaman içinde bu partilerin isimlerinin ayrı, hedeflerinin büyük oranda aynı olduğu ve bu hareketin bir “ayak oyunu”ndan ibaret olduğu ortaya çıktı. Bunun anlamı şuydu, millet olarak bize deniliyordu ki: arkadaş, bu elbiseyi giymekten başka çareniz yoktur. Solcuların yöntemini beğenmediyseniz, sağcılara da görev verebiliriz. Bizim açımızdan sakıncası yok; hatta, işlerin kolaylaşması adına o sağcılara “Dînî Kimlik Kartı” da verebiliriz.

Sosyalizm mi- Kapitalizm mi? sağcılar mı- solcular mı- ırkçılar mı? Tartışmaları ile avutulduğumuz ve tam da uyutulmak üzere olduğumuz bir dönemde, 1970 yılına girdiğimiz günlerde Anadolu’dan ve Milletimizin can evinden bir ses nida etti ki, rahmetli N.Fazıl’ın deyimiyle: “durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak” diye haykırmaya, uyuyan dev’i uyandırmaya başladı.

Gel gör ki, bu hadise bazılarının hoşuna gitmedi: kimilerinin uykusu kaçtı, kimileri çılgına döndü, kimilerinin “kurulu düzeni” bozuldu, vel hasıl-ı kervancının katırları ürkütüldü ki, bunun faturasını birileri elbet ödemeliydi ve zaman içinde bu bedel fazlasıyla ödendi.

Tüm bu olanlara ve her şeye rağmen “dünya dönüyor”, bu yeni ses ve nefes Millî Ruh, Millî Hamle, Millî Çözüm teklif ediyor, insanlarımızın büyük teveccühüne mazhar oluyor, gönüllerde adeta taht kuruyordu. Evet, bunlar Millî Görüşçü’lerdi ve söyledikleri de şuydu: “Bu giysi bize göre değildir, zorlamanın faydası yoktur. Elbiselerimizi, kendi kumaşımızdan, kendi ölçülerimize göre ve kendimiz dikmeliyiz.

Kurulu düzenleri bozulan, menfaatleri zedelenen bir takım iç ve dış mihraklar bu oluşumu boğmak için güç birliği yaptılar. Önceleri yok saydılar, alay ettiler olmadı. Aşağıladılar, iftira ve karalama kampanyaları açtılar, tehditler savurdular, yola barikatlar koydular bu da tutmadı. Devlet düşmanı ilan ettiler, partilerini mütemadiyen kapattılar yine olmadı. Bu hareketin mensuplarını devlet düşmanı ilan edenler, aslında zekâ düzeylerinin ne kadar düşük seviyede olduğunu ispat ediyorlardı. Zira devlete düşman olan veya tavır koyan yoktu aslında. Var olan kavga devletle değil, devletin, üzerine oturtulduğu sistemle idi. Sistemin temelleri hak ve adalete uygun olmadığından insanlar sıkıntı çekiyor, devlet mekanizması zarar görüyor idi. Vatanın ve milletin bekası için bu önlenmeliydi ve yapılmak istenen de buydu aslında.

Her ne pahasına olursa olsun, bu hareketi durdurmak için derhal önlem alınmalı, yollar hemen kesilmeliydi. Nitekim öyle oldu, gereken önlemler alındı ve hemen yollar kesildi. Bir takım entrikalar, ayak oyunları, vaadler, taahhütler ve neticede kale içten teslim alındı. İçlerinde marazı ve arızası olan bazı insanlar yörüngenin dışına çekilince, ortaya bu tablo çıktı. Kimileri makam ve mevki, kimileri şan-şöhret, kimileri mal-mülk servet uğruna sürüden ayrılınca “kurda-kuşa yem oldular” bunu anlamıyorlar.

20-30 sene boyunca “zulme ve haksızlığa sebep olan bu düzen değişmelidir, adil  düzen kurulmalıdır” marşlarıyla bu günlere gelenler, bu bozuk düzenin rantından istifade etmeye başlayınca işin rengi değişti,”geçmişe sünger çekme” kampanyaları başladı. Hikmet-i İlâhi bu arada tecelli etti ve evveliyatını inkâr eden, geçmişin şanlı mücahitleri bu günün gözde müteahhitleri olunca, doğal olarak bu “bozuk rejimin sigortası” haline geliverdiler. İnsan hayatının sesli ve görüntülü olarak kayda alındığını bildiği tahmin edilen bu zevat geçmişte söyledikleri hak sözlerden ve bu günkü amellerinden hesaba çekileceğini hatırlasalar Türkiye’nin ve dünyanın konumu bir anda tersine döner.

Nereden, nereye? Değişim ve dönüşüm denen meret demek ki buymuş! Vay be, nerelerdeydik, nerelere geldik? Üç kuruşluk dünya için ebedi hayatı riske etmek akıl kârı olabilir mi? Kazananlar kazandı, köşeyi dönenler döndü; olanlar vatana-millete oldu. Hem de çok yazık oldu. Nihayet, 40 yıl öncesine dönüldü, sağ mı- sol mu, sosyalizm mi- kapitalizm mi? Güya rekabet ve tartışmaları yeniden alevlendirildi, bilinçli olarak. Uzun süre de devam edeceğe benziyor. Millet oyunu anlamasın diye sağcılara yafta vurmak serbest ha! Yemeğin tuzu-biberi, garnitürü gibi. Kurulu düzeni bozma, menfaatlerimize dokunma, soyguna ses çıkarma, daha uzun yıllar oralardasınız ha, yükseklerdesiniz.(sizden daha iyi maşa bulununcaya kadar)

“Meydanlarda istediğiniz gibi konuşun, seçmenin havasını indirin. Tribünlere selam göndermek serbest, yağmasanız da gürleyin. El sallayın, gülümseyin, efelenin. Konuşun konuşun; sakıncası yok. Namaz, Oruç, Hac mı? Hepsi serbest, başörtüsü de serbest, hem de size özel! Sahi bunların kime ne zararı var ki, yeter ki değirmen dönsün. Anlayacağınız, bal-kaymak tatlı geldi, “durmak yok, yola devam”…

Selam ve dua ile.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?