‘5 ARALIK KADIN DÜNYA HAKLARI GÜNÜ’

‘5 ARALIK KADIN DÜNYA HAKLARI GÜNÜ’

FAKAT BAZILARI ÇOKTAN UNUTTU DÜNÜ

Kadın…

Söyler misin bana nedir senin adın?

Eloğlunun kadınları erkeği ile omuz-omuza yürürken, sen hala erkeğinin arkasında kaldın…

Böyle davranmakla nedir senin muradın?

Halbuki senin büyükannen, ninen ve ninenin büyükannesi cepheye kocası ve ismini bile bilmediği erkeklerle yan-yana, omuz-omuza yürümüştü…

Beklenmedik bir yerden gelen kurşunla tanımadığı erkeklerin gözlerinin içine baka-baka can vermişti…

Hadi bir düşünüver be anam…

Bir düşünüver dünyayı hep toz-pembe gören canım kardeşim…

Kara Fatmaları, Nene Hatunları ve Nezahat Onbaşıları düşün…

Daha olmadı Anadolu’da kadınlar için söylenen, uydurup-uydurup kadını ikinci sınıf kategoriye yerleştiren sözleri bir düşün.

Bugün kadına yapılan şiddetin altyapısını oluşturan; “Kızını dövmeyen, dizini döver.”

“Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” sözleri, kör geleneklerin altyapısını oluşturmuyor da, neyi anlatmak istiyor?

Kadın erkeğin elinin kiridir”

“Kadının saçı uzun, aklı kısa”

Kadın erkeğinin arkasından gelmeli”

Sözleri günümüz dünyasında utanılacak bir davranış biçimi değildir de, nedir Allah aşkına?

Kadına aşağılayan sözlere devam edelim mi?

Edelim…

“Dişi köpek kuyruk sallamazsa, erkek köpek yanaşmaz”

Ne demek şimdi bu?

Yani erkek milleti oldum-olası ahlaklı ve namusludur, kadınlar ise onları yoldan çıkaran mahluklar mıdır diye anlamalıyız bütün bunları?

Neyse, kadınları aşağılayıcı daha bir sürü ‘sözler’ var ama biz burada kesip konuyu yine ‘kadın hakları’ konusuna getirelim.

Ve söyleşimizi tarihin biraz gerilerinden ve genelleyerek günümüze şöyle bağlayalım…

Savaşta kadın erkeğinin yanında mı; yanında…

Tanıdığı ve tanımadığı erkeklerle omuz-omuza savaşıyor mu; savaşıyor…

Bağda-bahçede, kadın-erkek ayrımı yapmadan imece oluyor mu; oluyor…

Düğünde-dernekte hep beraber gülüp eğleniyor mu; eğleniyor…

Cenazelerde erkeği ile birlikte acıyı paylaşıyor mu; paylaşıyor…

Ve buraya kadar olan bölümü de tekrar özetleyecek olursak; ister bağda bahçede, ister kamusal alanda erkeklerin bütün yaptığını ve yapabildiklerini kadınlarda yapabiliyorsa…

Peki, yukarıdaki kadın için söylenen ‘aşağılayıcı sözleri’ nereye yerleştirip veya hangi akla hizmet ederek değerlendireceğiz?

Sohbetimizin ilk giriş kısmına tekrar dönecek olursak…

Kadın…

Söylesene nedir senin adın?

Hep karalara bürünüp, kara-kara ağlamak mı?

Yoksa “yeter artık!” deyip karaları ve kara bulutları dağıtmak mı?

Hı?

Hangisi ?

Hani “Cennet senin ayağının altındaydı!”

Hani “En güzel yüz annenin yüzü, en güzel söz annenin sözü” idi…

Hani “Ana gibi yar, vatan gibi diyar olmaz” idi…

Hani “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” idi…

Fakat bu sözlerin en geçerlisi galiba bu son “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” sözü olacak gibi geliyor bana…

Çünkü günümüzde hala analar ağlıyor…

Hala kadınlar günde üç posta işkenceye çekiliyor!

Hiç beklenmedik yerde kadınlara tecavüz ediliyor!

Kısacası, kadın günümüzde hala insan yerine koyulmuyor ve ikinci sınıf insan sayılıyor…

Yalan mı?

Hâlbuki bundan seksen küsur yıl önce (bugün fırsat buldukça küfür edilen Mustafa Kemal) kadın için; “Ey Türk kadını sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlarda yükselmeye laiksin” diyerek, Cumhuriyeti kurar-kurmaz 1924 yılında ‘Tevhid-i Tedrisat yasasını çıkararak kadınları erkeklerle eşit hakları vermiş ve 1926 yılında kabul edilen ‘Türk Medeni Kanunu ile kadınların yasal statüsü değişmiş, hem aile içinde hem de birey olarak eşit haklar tanımıştır.

Bunları yeterli bulmamış…

Ve birçok Avrupa ülkesinde bile kadınların seçme-seçilme hakkı yokken, o büyük insan 1930 yılında kadınlara ‘Yerel Yönetimlerde’ seçme ve seçilme hakkı ve 5 Aralık-1934 yılında ise genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı vermiştir.

Çünkü o büyük insan kadınların kutsallığını ve yüceliğini boş nutuklar atarak değil, bizzat pratiğe geçirerek uygulayan bir liderdi…

Fakat bu liderin değeri bilinmedi…

Kadın tekrar parmaklı cumbaların arkasına itildi!

Erkek-kadın eşitliği aut, tekrar gericiliğin içine girildi!

Ve geçmiş unutulup, üzerine sünger çekildi…

Halbuki ne diyordu Nazım Hikmet dizelerinde;

“Ve kadınlar, bizim kadınlarımız

korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçıp uğurunda hapis yattığımız

ve ekinde, tütünde, odunda ve pazarda ki ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların

oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar bizim kadınlarımız…

***

Soframızdan öküzleri kaldırıp, kadınlarımızı oturtmak umuduyla…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?