KENDİMİZİ HESABA ÇEKMEK

KENDİMİZİ HESABA ÇEKMEK

Bizler, mü’min ve Müslüman olmanın gereği olarak Allah’ın varlığına ve birliğine, O’nun meleklerine, gönderdiği ilâhi kitaplara ve peygamberlere, Ahiret Günü’ne, kadere, öldükten sonra dirilmeye, Cennet’e ve Cehennem’e şeksiz ve şüphesiz iman ederiz. Buna bağlı olarak ta, hayatımızın her saniyesinin Kramen Kâtibin denilen melekler tarafından kayda alındığına, Mahkeme-i Kübra’da her amelimizden sorguya çekileceğimize, sesli ve görüntülü olarak önümüze konulacak bir hayatın hesabının görülmesinden sonra, Cennet’e veya Cehennem’e gönderileceğimize kesin olarak inandığımızı beyan ederiz.

İman ve bunu beyan etmesine ederiz de, her ne hikmetse, istisnaları olmakla beraber, kavlimiz ile amellerimizin, hâl ve hareketlerimizin, fiil ve işlemlerimizin bu iman ve beyan ile fazlaca mütenasip olduğu, uyuştuğu ve örtüştüğü söylenemez nitekim. ”Hadi canım sende, bu kadar da abartma mı diyorsunuz?”

 

O halde, “Halep oradaysa arşın burada. “Rahmet ve merhamet peygamberi olan Efendimiz (SAV): “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” buyurmaktadır. Buyurun kendimizi bir hesaba çekelim, fakat mevzu uzun olduğundan özetin de özetini yaparak…

Diyelim ki, bir mucize kabilinden Allah Rasulü ruh ve beden olarak evinize davetsiz misafir oldu. Sizi, ailenizi, cemiyetinizi ve yaşadığınız hayatı denetlemek istiyor. Ve her şeyi ayrıntısıyla bilmesine rağmen, ”Ey falan oğlu falan, anlat bakalım. Yaşadığın hayat nasıldır, hayat modelin nedir, rehberin ne, klavuzun kim”? Diye soruyor ve siz de bu sorulara cevap vermek durumundasınız….

 

İman ve amel olarak hangi kategoride olursanız olunuz, hâl-i pür melalimizi gönül huzuru ile anlatamayacağımızdan eminim. Belli ki, ele-avuca gelir bir tablo değil arz edeceğimiz… Onun için de sıkılırız, utanırız, korkarız, heyecanlanırız ves selâm.

Bu sual ve bu hâl karşısında : ‘Ya Rasulüllah, bizler çağdaş ve modern insanlarız, aynı zamanda da Müslümanız. Ancak, bizlerde maneviyat biraz zayıftır. Bayram namazlarını kaçırmayız, ara sıra Cuma namazlarına da gideriz. Kurbanlarımızı keseriz, ana veya babamızın ölüm sene-i devriyelerinde mevlid okuturuz. Ramazan aylarında her hangi bir hocaya 5-10 kuruş verir hatim de okuturuz. Ama bizlerde günahın her çeşidi bulunur, isyan ve tuğyan diz boyu” diyerek, hayatınızın fotoğrafını arz edebilir misiniz?

 

Veya: ”Ey Allah’ın Rasulü, bizler elhamdülillah Müslüman insanlarız, dua ve ibadet olarak orta şekerli bir halimiz mevcuttur. Ancak, bizlerde hayli miktarda günah ta vardır. İçki, kumar, zina, faiz, gıybet, kin, garez, haset bunlardan bazılarıdır. Dua ve ibadetlerimiz hayatımıza yön veremiyor. Eylem başka-söylem başka. Müslümanız, ama yok diğerlerinden farkımız. Çoluk-çocuk isyankâr; oğlan züppe kız hoppa. Zaman zaman itiraz ederiz, bazen sineye çekeriz. İhlas ve samimiyet eksikliğinden, veya dünya perest-madde düşkünü olduğumuzdan mıdır, nedir, ikaz ve uyarılarımız ciddiye alınmıyor, çocuklar bizi hiç hesaba katmıyor” diyebilir misiniz?

 

Ya da, İslâm’ı diğer insanlara tebliğ etmekle yükümlü bir topluluk olarak: ”Ya Rasûlüllah, bizler din görevlileriyiz. Bazılarımız müezzin-imam, vaiz-müftüdür; bazılarımız ilâhiyatçı- akademisyen; cemaat veya kanaat önderi marka sahibi kişileriz. Ne var ki, kimimiz korkumuzdan kimimiz bir takım endişelerimizden dolayı tebliğ ettiğin Din-i İslâm’ı diğer insanlara gereği gibi anlatamadık/anlatmadık, anlatırmış gibi rol yaptık. Küçük hesaplar uğruna büyük davaya ihanet ettik. “Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden, anladık ki ,din de gitti dünya da gitti elimizden”. Memuriyetimize, makamımıza, menfaatimize, cemaatimize zarar gelmesin diye ya sustuk veya havadan-sudan bahsettik. Mevlid-ilâhi ve kasidelerle cemaati uyuttuk. Suya-sabuna dokunmadık, etliye-sütlüye karışmadık. İslâm’ıveKur’an-ı hayat modeli olarak kabullenemeyince, ateizme ve komünizme karşı olalım derken, bize enjekte edilen sağcılık ve muhafazakârlık adına kapitalizme kan ve can verdik. Menfaate kul olduk, ama Allah’a gereği gibi kul olamadık. Pişmanız, mahcubuz Ya Rasûlüllah” diyerek, feveran edebilir misiniz?

 

Bir beldenin, şehrin veya ülkenin idarecileri olarak: “Ey Allah’ın Rasûlü, bizler bu yörenin yöneticileriyiz. Görev esnasında Allah’ın emir ve yasaklarını göz ardı ettik; kendimizin veya bir başkalarının keyfine-kurallarına göre insanları yönettik. Ancak neticede kimi insanlar imansız, kimileri de dinsiz olarak yetişti. Ülkemizde nifakın, şirkin, küfrün, isyanın ve günahların her çeşidi çoğaldı. Hırsızlık, arsızlık, zina-fuhuş, ahlâksızlık, soygun-vurgun, zulüm-işkence, fitne-fesat had safhaya ulaştı. İpin ucunu elimizden kaçırdık, yaldızlı ve umut dolu sözlerle insanları oyalamak kaçınılmaz hal aldı. Şefaat Ya Rasulüllah diyebilir misiniz?

Tüm bunlar şimdilik bir varsayım, senaryo… Fakat inanan insanlar olarak biliyoruz ki, mahşer günü mutlak yaşanacak bir sahne. Bu yazının konusu inanmayanlar değildir. İnanan insanlar olarak bu ifadeleri gönül huzuruyla kullanır, halimizi arz ederiz diyorsanız, sıkıntı yok, sorun yok. Hayır, bunu yapamayız, diyorsanız o halde hesaba çekilmeden önce kendinizi bir hesaba çekiniz ve mizandaki sahneye hazır olunuz. İçinde bulunduğumuz ay, Mübarek Ramazan Ayı’dir; ve tam da muhasebe yapma zamanıdır. O halde haydi “Muhasebeye.”Şunu kabul edelim ki, bu gidiş gidiş değil, bu tablo güzel değil.

Selam ve dua ile..

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?