KELİME-İ TEVHİD, KELİME-İ ŞEHADET

KELİME-İ TEVHİD, KELİME-İ ŞEHADET

Kelime-i Tevhid, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulüllah” (Allah’tan başka ilah yoktur, Hz.Muhammed(S.A.V) Allah’ın Rasûlüdür) anlamına gelen ve itikâdi sistemin özünü teşkil eden cümledir.

Kelime-i Tevhid, İslâm’ın inanç esaslarının tamamını ihtiva eder, hepsini içine alır. Bu itibarla; muhtevasını bilerek, inanarak ve kendi hür iradesiyle Kelime-i Tevhid’i söyleyen kimse mü’min olur ve bu iman ile ölürse, Hadis-i Şerif’lere göre Cennet’e girmeye hak kazanır.

Kelime-i Tevhid’i söylemek Mü’min olmanın, inanmış ve muvahhid olmanın ilk ve en önemli şartıdır. Ancak imanın bir bütün olduğunu, bölünme-parçalanma, şek ve şüphe kabul etmediğini unutmamak gerekir. Demek oluyor ki, imanın sahih ve makbul olması için Allah’a tüm sıfat ve isimleri ile inanmak, Allah Rasûlü’nün tebliğ ettiği emir ve yasakların(hükümlerin) tamamına inanmak, imanın olmazsa olmaz şartıdır.

Aksi halde, hem Kelime-i Tevhid’i söylemek, hem de Tevhid Akidesi’ne aykırı davranmak, meselâ Kur’ân-i hükümlerden birini veya bir kaçını reddetmek, bu hususta tereddüte ya da şüpheye düşmek, Allah’a eş ve ortak koşmak, haramlara helâl veya helâllere haram demek, Allah’ın isim ve sıfatlarını başkasına izafe etmek Mü’min olmak anlamına gelmiyor.

Çünkü inanç meselesinde, bir yanlış tüm doğruları götürür ve yok eder. Kelime-i Şehadet ise, “Eşhedü en Lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abdühü ve Rasûlüh.”(Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki, Hz Muhammed(sav) Allah’ın kulu ve Rasûlüdür) anlamıa gelen cümledir ki, bu da Müslüman olmanın ilk şartıdır.

Dikkat edilirse, imanın şartları İslâm’ın söylem kısmını, İslâm’ın şartları ise eylem kısmını teşkil eder. Bu konuda bir ‘kavram kargaşası’ olduğunu veya terimlere hatalı anlam yüklendiğini göz ardı etmemek gerekir. Bilhassa, Cumhuriyet döneminde kaleme alınan dini içerikli eserlerin birçoğunda bu karmaşa mevcuttur. Genelde, Kelime-i Tevhid’i söyleyenin Müslüman olduğuna hükmedilir. Hâlbuki imanın şartları inanmış olmak, mü’min olmakla; İslâm’ın şartları ise İslâm’a teslim olmakla, Müslüman olmakla ilgilidir. Yani Mü’min olmakla Müslüman olmak ayrı şeylerdir. Denilebilir ki, gizli veya açık olarak inancına küfür, şirk veya nifak bulaşmamış her Müslüman Mü’mindir, ancak imanını amele dönüştüremediği için her Mü’min Müslüman değildir. İmanın şartları ile İslâm’ın şartlarının ayrı olması bunun en belirgin ispatıdır. Kelime-i Tevhîd ile Kelime-i Şehâdet, yaratan ile yaratılan, yani Allah ile kul arasında bir mukavele veya sözleşme niteliğini taşır. Tüzel veya özel kişiler arasında yapılan mukavele veya sözleşmenin maddelerini veya bir kısmını taraflardan birisi ihlal ederse, karşı tarafa da ihlal hakkı doğmuş sayılır. İman esaslarını dili ile ikrar ve kalbi ile de tasdik ederek, Mü’min olan bir insan, iman esaslarından birini veya bir kaçını inkâr ederek sözleşmeyi ihlal durumuna düşerse, muhtemeldir ki, Allah O kulun Mü’min olma halini geçersiz sayar.

Aynı şekilde Mü’min olduktan sonra, İslâm’ın şartlarını kabul eden ve Müslüman olma sözleşmesine taraf olan bir insan, ihmalden dolayı ibadetlerde gevşeklik gösterdiğinde her ne kadar günahkâr sayılırsa da, mükellef olduğu ibadetleri hafife aldığından veya önemsemediğinden dolayı aksatan bir kul Müslüman olma sözleşmesinin feshedilmesine zemin hazırlar. İslâm’ın genel kaideleri göz önüne alındığında demek oluyor ki, “Kelime-i Tevhid’i söyleyen kişi Cennet’e girecektir” mealindeki Hadis-i Şerif’lerin bizdeki algılama ve anlamlandırma şekli yanlıştır. Efendimiz(sav) “bu kişiler Cehennem’e girmeyecektir” buyurmamıştır.

İman sahipleri bu imanlarını muhafaza edebilirler ve bu hâl üzere ölürler ise, günahlarının cezasını Cehennem’de çektikten sonra, imanlarının mükâfatı olarak Cennet’e gireceklerdir. Mamafih, Cennet’e girebilmek imanlı olmaya ve Allah’ın rızasına bağlıdır; salih ameller ise, Cehennem’e girmemeye ve Cennet’teki derecelerin yükselmesine yarar.

Dolayısıyla, bu konudaki Hadis’leri doğru anlamak ve boşa kürek çekmemek gerekir. Hayatı boyunca nefsin, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların tasallutu altında yaşayan, söylemlerini eyleme, yani imanını amele dönüştüremeyen ve bu konudaki Hadisleri kendisine sermaye edinen insanlar imanlarını nasıl muhafaza edebilirler? İmanımız en değerli sermayemizdir, salih ameller ise imanımızın muhafızı, koruyucusu ve gıdasıdırlar. 3-5 kuruş parasını korumak için bin bir özen gösteren, dünya sermayesini canı gibi koruyan insanların, Ahiret sermayesi olan imanlarını kuvvetlendirmek ve muhafaza etmek için önlem almamalarının, Salih amel işleme ve günahlardan korunma hususunda gayret etmemelerinin aklî bir izahı, mantıklı bir açıklaması olabilir mi?

Bu husustaki her bahane geçersiz, her mazeret saçmadır. Dünya ve Ahirette kurtuluş mu istiyorsun arkadaş?

O halde bazı Hadis’leri eksik ve yanlış yorumlayıp, kendini kandırmaktan vazgeç ve Allah(cc) ile imzaladığın mukaveleye sadık ol. Kuru bir sözle kurtulacağını zannediyorsan, şeytanın tuzağına düştün demektir. Cennet bu kadar ucuz değil, Cehennem lüzumsuz değil. Enbiya, evliya, ulema, suleha ve diğerleri Allah’a kul olma, yani emirlere itaat ve günahlardan kaçınma hususunda niçin bu kadar çaba harcadılar, bir düşünsene? Selam ve dua ile…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?