ELEŞTİRİ BİR HAKTIR VEYA ÇEŞİTLEMELER

ELEŞTİRİ BİR HAKTIR VEYA ÇEŞİTLEMELER

Bazı Müslüman’ların zan ve iddia ettikleri gibi, İslâm Dini sadece ibadetlerden, dualardan, zikirlerden, hayr-u hasenatlardan ibaret bir din değildir. İslâm Dininde bunların elbette ki önemi çok büyüktür, bunlar olmazsa olmazlarımızdır. Ancak İslâm Dini bunlarla beraber bir hayat dinidir, hayat modelidir, yaşama tarzıdır. İslâm Hukuku hayata bütünüyle hakim olmalıdır ki, onun bereketinden, feyzinden, rahmetinden yararlanmış olalım.
Düzenli olarak Rabbimizi düzenli olarak zikretmemizi sağlayan ve dinin özünü teşkil eden tasavvuf ve tarikatlar İslâm ve Müslümanlar açısından büyük öneme sahiptir. Ancak, bilhassa son senelerde tarikatlar ve dergâhlar aslî görevlerinden uzaklaşarak, nefsî, hususi, siyasi, maddi ve sosyal statüler için aracı haline getirilmişlerdir. Günümüzde mevcut tarikatların tamamına yakını ırkçı emperyalizmin denetimi altına girmiştir. Dolayısıyla Müslümanlar, tarikat kılıflı bu barikatları aşamazlarsa Allah’a ulaşmakta büyük sıkıntı çekerler, hatta bu gidişle Allah’a ulaşamazlar.
Dua İslâm’ın ehemmiyetli ve aslî bir bölümü, Müslüman’ların da silahıdır. Duası olmayan insanların Allah katında fazlaca önemi yoktur. Zira dua, yaratılan ve aciz olan kulların, yaratana bu durumlarını beyan etmeleri ve O’ndan istekte bulunmalarıdır. Bu açıdan bakıldığında dua, yaratıcının hoşuna gider, Allah dua sahiplerini sever, dualarını müstecap kılar.
Ancak bir şartla ki, kul önce fiili duayı edecek, yani üzerine düşen görevleri ifa edecek, gereğini yapacak ve ondan sonra Mevlâ’sına sığınacak, O’ndan isteyecek. Bu bakımdan fiili dua edilmeden yapılan kavlî dualar Ârş-ı Âlâ’ya yükselmez, müstecap olmaz, her hangi bir değer ifade etmez. Çalışmadan, çaba ve gayret göstermeden, emek harcamadan dua etmek havanda su dövmek gibidir.
Dua sahibi için üç ihtimal mevcuttur. Ya istediği şeyler makul ve mantıklıdır, Allah dualarını kabul eder; ya istedikleri onun için hayra alamet değildir, Allah dualarını kabul buyurmaz, ama günahlarından bazılarını dualara karşılık olarak affeder; ve ya kulun dualarının karşılığını Âhiret’e bırakır. Dolayısıyla bu üç ihtimal de dua sahibinin lehinedir. Bu nedenle her zaman, her yerde ve her şartta kul olarak Allah’a samimi olarak ve bol bol dua etmemiz gerekir.
Hüküm sahiplerinin Allah’ın emir ve yasaklarına ters düşen mevzuatını, talimatlarını, hükümlerini kendi istek ve arzuları ile benimsemek, itaat etmek; veya bir takım bilgin, ilim erbabı ve benzerlerini yanılmaz-yanlış yapmaz kabul ederek, söz veya hükümlerini İlâhÎ Vahy’in süzgecinden geçirmeden mutlak doğrular olarak kabullenmek onları Rab olarak tanımak, onaylamak demektir. Bu durumun “ŞİRK” olduğunu söylemeye gerek dahi yoktur.
Ya kazandığınız para ile geçinmeyi, hayatı idame ettirmeyi öğrenecek-becereceksiniz; veya yaşamak için harcadığınız kadar parayı meşru yollardan kazanacaksınız, bunun için gayret edecek, çalışacaksınız. Aksi halde işin boyutu başka yerlere doğru kayar ve insanı her iki cihanda dafelakete sürükler.
Asr-ı Saadet’te sahabî’ler birbirlerinin iyilik ve güzelliklerini gıyabında anlatılardı; hata ve kusurlarını ise uygun bir zaman ve zeminde, usulüne uygun olarak, kırmadan-dökmeden yüzlerine karşı ifade ederlerdi. Bu itibarla da o dönemlerde kardeşlik, dostluk, samimiyet hakimdi. Şimdiler de bunun tam tersini yapıyoruz. Yani insanların iyiliklerini yalakalık gereği yüzlerine karşı; hata ve kusurlarını ise dedi-kodu modunda, gıybet havasında aleyhlerinde söylüyoruz. Bu nedenle toplumlar da huzur ve güven, kardeşlik ve dostluk yok oldu, kin, husumet, düşmanlık zirve yaptı.
Kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başka insanlara da yapma; kendin için istediğin şeyleri başka insanlar için de iste. Erdem, fazilet ve delikanlılık budur. Böyle yapılırsa cemiyette huzur olur, sevgi ve saygı tavan yapar, hoş görü yaygınlaşır, insanlar mutlu yaşar.
Dünya malı konusunda kendinden geride olanları, Âhiret sermayesi hususunda ise kendinden ileride olanları örnek al. Çünkü, dünya malı biriktirmenin sonu ve sınırı yoktur, hedefin büyük olur da ulaşamazsan huzursuz olursun. Manevi alanda önde bulunanları gıpta eder de, bu konuda yarışırsan mutlu olursun, kazançlı çıkarsın.
Üç kuruşluk insana beş kuruşluk değer verme. Eğer böyle yaparsan, o adam fırsatını bulduğunda değer arasındaki iki kuruşluk menfaat için seni satar, sırtından vurur. Bu, elbette ki genel bir kaide değildir; ama maneviyattan uzaklaşan, menfaate ve makama secde eden insanların oluşturduğu toplumlarda çokça karşılaşılan durumdur.
Selam ve dua, hidayete tabi olanlaradır….

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?