BU HAFTA YERLİ MALI VE TUTUM HAFTASI   YABANCI MARKA YAŞANTIMIZIN HALKASI

 BU HAFTA YERLİ MALI VE TUTUM HAFTASI   YABANCI MARKA YAŞANTIMIZIN HALKASI

 

Sizlerde çok iyi bilirsiniz ki; 12-18 Aralık tarihleri arasını hep ‘Yerli Malı ve Tutum Haftası’ olarak kutlanmıştır ülkemizde ve aynı zamanda okullarımızda…

Peki, nasıl yola çıkmıştır bu ‘Yerli malı kullanma ve tutumlu olmaya teşvik’ hastalığımız kısaca ona değinelim…

Ve unutmaya yüz tutmuş bilgimizi bir kez daha tazeleyelim…

Ekonomik darboğazlara düşülmemesi ve para akışının dışarıya akışının önünün kesilmesi ve toplum olarak ‘tutumlu olma’ bilincini geliştirilmesi için 1923 yılında yapılan İzmir İktisat Kongresinde Mustafa Kemal konuşmasında hep yerli üretim biçimimizin çoğaltılmasını ve mümkün olduğu kadar kendi üretim biçimimiz olan yerli malı kullanmamız gerektiğini dile getirmiştir.

Dönemin başbakanı İsmet İnönü de 12 Aralık 1929 yılında yaptığı Meclis konuşmasında ulusal ekonomimizin üst düzeylere çıkarılması ve aynı zamanda tutumlu olmanın yanında, yerli malı kullanmamızın ülkemiz çıkarları için daha uygun olacağını ve kimselere muhtaç olmamamız gerektiğini dile getirmiştir.

Ve araya 1929 Dünya ekonomik buhranı girdiği gibi 2. Dünya savaşının da girmiş olması bizim ülkemizi fazla etkilemiş olmasa da yinede yaşanan buhranın rüzgarı bizi de kısmen etkilemiştir.

2.Dünya Savaşı’nın bitimi ve 1946 yılında başlayan “Yerli Malı Haftası” 1983 yılına kadar bu başlık altında kutlanmış ve 1983 yılında ise “Tutum ve Yatırım ve Türk Malları” haftası olarak değiştirilmiştir.

Eh, şimdi gelgelelim sizinle birlikte ve aklımızın erdiği kadar bu ‘kutlanan’ hafta ile ilgili analizimize…

Sizinde bildiğiniz gibi cumhuriyetimiz 1923 yılında kuruluyor…

İzmir İktisat Kongresi de aynı tarihlerde yapılıyor…

Ve ülke ‘yeni kuruluşunu’ ilan eder-etmez, ilk işi ülkenin izleyeceği iktisadi politikayı (el yordamıyla da olsa) saptamaya öncelik veriyor…

Markası ve üretim biçimi kendimize ait olan fabrika ve üretim merkezleri kurmanın hesaplarını yapıyor…

Kurulacak fabrikaların imal hammaddesinin yerli olması için gerekli plan ve projeler geliştiriliyor…

Tarımda dışarıya teslim olmamak için modern tarıma geçilip bir an önce tarımsal gereksinimlerimizi kendimiz üreterek dışarıya muhtaç olmama hedef gösterilmiştir…

Yani Şeker Fabrikası kuracaksak; şeker pancarını kendimiz yetiştirmeliyiz.

Çimento fabrikamız olacaksa; hammaddesi yanı-başında olmalı…

Dokuma fabrikası kurulacaksa; Pamuğunu biz ekip dikmeliyiz…

Vesaire..vesaire…

Ve de cumhuriyetin kuruluşundan bu yana uzun yıllar böyle yapıldı…

Kendi buğdayımızı kendimiz ekmeye başladık…

Kendi buğdayımızı çoluk-çocuk hep birlikte harmanda birlikte harman alıp, birlikte savurduk…

Beyaz altın dediğimiz ve kendi nasırlı ellerimizle yetiştirdiğimiz pamuğu hem kendi dokuma fabrikalarımızda kendimiz işledik, hem de dışarıya sattık…

Tütünde aynı işlemi yaptık…

Çay üretiminde aynı yolu izledik…

Zeytinde, fındıkta, muzda ve narenciye de aynı alın terlerini döktük…

Madenlerimizi yabancılar değil, onu da kendimiz ortaya çıkaralım ve biz kendi hesabımıza üretelim, satalım diyerek MTA (Maden Teknik Araştırma) gibi birimler oluşturduk, oluşturmasına ve yola girdik girmesine ama ne yazık ki, dış ve içteki işbirlikçiler çarçabuk duvar ördüler bu isteklerimizin önüne…

“İşbirlikçiler çarçabuk duvar ördüler isteklerimizin önüne” deyince, yine aklıma biz 68 kuşağının yolculuğu geldi…

Hani şu biz (onların çıkarlarını savunduğumuz halde, bize küfür ettirilen ve üzerimize saldırmak için kışkırtılan üreticiler adına) fındık, çay, tütün, pamuk üreticilerinin emeğini savunmak için yaptığımız mitingler aklıma geldi…

Mitinglerde hep beraber söylediğimiz;

“Madenimiz yabancılar işletmiş,

Yüzde altmış beşi yabancıya gitmiş,

Suçumuz bağımsız ülke istemekmiş,

Niye üzülelim, niye susalım” türküsünü hep birlikte söyleyişimiz aklıma geldi…

Her neyse, bırakalım bunları da tekrar konumuza geri dönelim…

Eskiden ben kendim ilkokulda okurken öğretmenimiz bize ‘Yerli Malı ve Tutum Haftasında’ yerli malı kullanmanın ulusumuza yapacağı artı-değerleri ve tutumlu olmanın ise kendimiz için hangi yararları sağlayacağını anlatırdı…

Öğretmen olduk, bizde kendi öğrencilerimize anlattık…

Sonuç mu?

Bana sorarsanız, daha doğrusu soracak olursanız; hiçbir sonuç alamadık!

Hatta bu konuda (belli azınlığı ayırıyorum) toplum olarak hepten sınıfta kaldık!

Şimdi?

Şimdi; globalleşme, küreselleşme, dünyayla bütünleşme adına dışarıdaki efendilerimizin emirleri ve içerideki zat-ı muhterem büyüklerimizin, maslahatçı ve idari tasarrufçu uygulamalarıyla tarım dünyasından elimizi-ayağımızı çektik..

Bu sayede çok şükür köylülükten de, rençperlikten de kurtulduk!

Yani bu sayede “Köylü milletin efendisidir” sözünü rafa kaldırdık!

Köylü olmayı da, köylülüğü de defterimizden sildik!

Şimdi her birimiz çok şükür köylü-şehirli birbirimize karıştık!

Şimdi hepimiz köylü-şehirli eşdeğerde, hep birlikte efendiyiz!

Birbirimizden ayrımız-gayrımız kalmadı gayrı!

“Bağ ile bostan, yan gel yat Osman” misali yan gelip yatıyoruz!

Köylü üreticiliğini öteledik, beyliğimize ‘beylik’ katıyoruz!

Peki, yaşamsal gereksinimlerimizi nasıl mı karşılıyoruz?

Vallahi ihtiyacımızı bize “ekme, biçme” diyen ülkelerden karşılıyoruz!

Örneğin: Biz ABD’ye pamuk satardık, şimdi onlardan satın alıyoruz…

Yetmezse, kapı komşumuz Yunanistan’a başvuruyoruz…

Örneğin; bir zamanlar bizim Konya buğday ambarımız olup, ülkenin tüm buğday ihtiyacını karşılarken, şimdi buğday almak için kimin kapısını çalıyoruz biliyor musunuz?

Rusya’nın, Almanya’nın, Kazakistan’ın, Ukrayna’nın ve hatta bu konuda yine komşumuz Yunanistan’ın kapısını tıklatıyoruz bize biraz buğday sat diye…

Arpayı da; Fransa, Rusya, İngiltere, Ukrayna ve Hırvatistan’dan alıyoruz…

Şimdi size bir örnek daha vereceğim, ya bana inanmayacaksınız, yada küfür edeceksiniz gibime geliyor. Çayı nerden alıyoruz biliyor musunuz çay’ı?

Hani şu dünya çapında meşhur Rize çay’ımız dururken çayın nerden satın alıyoruz biliyor musunuz?

Sri Lanka’dan…

Sri Lanka neresi mi?

Söylersem tövbe şart olsun, aç haritayı bul neredeyse!

Her dönem 8-9 milyar dolar ödeyerek çayı bu Sri Lanka denen yerden alıyoruz…

Ve güzelim Rize çayımız dururken, bu adı-sanı bilinmeyen ülkenin çayını zıkkımlanıyoruz!

Sözün kısası…

Ve birde utanmadan “Yerli Malı ve Tutum ve yatırım Haftası” kutluyoruz.

Tüketimde yabancı marka yaşamımızın bir parçası ve boynumuzun halkası olmuş, sahi biz kimi kandırıyoruz?

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?