BENİM ADIM: ‘MÜRTECİ!’

BENİM ADIM: ‘MÜRTECİ!’

 

En kısa ve anlaşılır tanımı ile “Din: Allah tarafından, İnsanların dünya ve Âhiret mutluluğunu temin için, Cebrail (as) vasıtasıyla Peygamberlere gönderilen emir ve yasaklar manzumesidir.”  Tarifinden de anlaşıldığı üzere din, insanların hem dünyada hem de Âhirette huzuru, mutluluğu, kurtuluşu  ve saadeti nasıl elde edeceklerini bildiren emir ve yasakların tamamına verilen isimdir.

Allah(c.c.) yarattığı kullarını başı boş bırakmamış, Hayat Rehberi olarak ilâhi kitapları, bu kitapları açıklamak ve uygulamak için de klavuz olarak peygamberleri göndermiş; Peygamberler de hem Âhiret Hayatı için huzur ve kurtuluşun yollarını göstermişler ve hem de dünya hayatının Cennet hayatı gibi nasıl yaşanabileceğini en ince ayrıntısına kadar yaşayarak uygulamışlar ve insanlara tarif etmişlerdir.

Dolayısıyla, toplum hayatında birtakım kaide ve kurallar olmalı ve uygulanmalı ki, hayatın idamesi sağlansın, yaşama, çalışma, mülk edinme gibi  temel insan hakları korunabilsin. Bu meyanda Yüce Dinimiz İslâm bazı hâl ve hareketleri kerih görmüş ve yasaklamış; bazı davranışları da güzel görmüş, tavsiye etmiş, emr etmiştir. Gerek bireylerin, gerek se toplumların yaşadıkları hayattan pozitif ya da negatif olarak etkilenmeleri, söz konusu bu ilâhi emir ve yasaklara riayet edip-etmemeleri ile yakından alakalıdır.

Tarihin akışı içinde insanlar, genel manada, ilâhi hayat modeline uygun yaşadıkları, itaat kültürüne riayet ettikleri sürece müreffeh ve mutlu olmuşlar; nefsî ve hissi davrandıkları dönemlerde de perişan ve bedbaht hayat örnekleri sergilemişlerdir. İnsanlık tarihi, ideolojik saplantılardan uzak bir şekilde, tarafsız olarak tahlil edilir ise, bu durumu tespit etmek ve görmek hiç te zor olmayacaktır.

Ne var ki, insan hak ve hürriyetlerine saygılı, fikir ve düşünce özgürlüğünü esas alan, her bireyin hak ve hukukunun korunduğu, adaletin geçer akçe olduğu, zulmün ve maddi-manevi işkencenin otorite tarafından engellendiği idare ve yönetim şekilleri; hayat modellerini haram, zulüm, sömürü ve soygun felsefesi üzerine bina eden bazı kişi, grup, zümre,  toplum ve devletlerin zaman zaman keyiflerini kaçırmış, huzurlarına engel teşkil etmiştir.

Hâl böyle olunca, söz konusu bu mihraklar her türlü imkân ve güçlerini kullanarak, hatta servetlerini ve canlarını da feda ederek, kendi sistemlerinin bekası adına, hak ve hukuku esas alan, daha açık ifade ile kaynağını dinden ve Allah’tan alan yönetim şekillerini daima engellemişler; insanların bu yöne meyletmelerine her zaman engel teşkil etmişlerdir. Bu konuda başarılı olmak için de, insanlar ile din arasına sürekli engel koymuşlar, dindar insan olmayı bir zül saymışlar; çağdaşlık, medenilik, modernlik kılıfı altında insanları kirli ve sadist emelleri yolunda dolgu malzemesi olarak kullanmaktan asla çekinmemişlerdir. Daha da korkunç olanı şudur ki, bu eşkiya grubu tarih boyunca kendilerine muhalif olan mazlum kişi ve milletlere, akla hayale gelmedik işkenceleri reva görmüşler, katliamlar yapmışlar, tarihin sayfalarını bu şekilde bir hiç uğruna lekelemekten, kirletmekten asla geri kalmamışlardır.

Bu meyanda, bizim sicilimiz çok ta temiz değildir. Cumhuriyetin kuruluşu esnasında ve sonrasında muhtelif bahanelerle kaç bin insana işkence yapıldığını, hapishanelerde  çürütüldüğünü, çileye tabi tutulduğunu cümle alem biliyor; olayların bazı canlı şahitleri hala aramızda yaşıyor. Söz gelimi, Kur’an-ı Kerim’i okumaya teşebbüs suçundan, şapka kanununa muhalefetten, Ezan-ı Muhammedi’yi aslına uygun olarak okumaya azmettirmekten, devrim kanunlarına, ilke ve inkılâplarına rıza göstermemekten kaç bin insanımızın idam edildiğini, kaç bin aile fertlerinin mağdur bırakıldığını, kimlerin ne gibi muamelelere tabi tutulduğunu aslına uygun ve tamam olarak kimsenin kayıt altına aldığına ve gelecekte tarihin bunlardan bahsedeceğine inanmıyorum. Çünkü o karanlık dönem, tarihin karanlıkları arasında kayboldu gitti. Bu hususta yazılmış makaleler, kitaplar elbette var, ama onların gerçekleri tamam olarak yansıttığı başlı başına muamma.

Bu dönemin mağdurları geneli itibarı ile iman ehli kişiler idi. O dönem inanmak, ibadet etmek, Müslüman’ım demek adeta cesaret istiyordu. İnsanlar öylesine korkutuldu ve sindirildi ki, kalplerin ürpermemesi, vicdanların sızlamaması, gözlerin yaşarmaması mümkün değildir. Hak ve adaletle, ilim ve irfanla, sevgi ve saygıyla, barış ve kardeşlikle dolu olan, medar-ı iftiharımız saydığımız şanlı tarihimizin altın sayfalarına kara bir leke olarak geçen bu makus dönemi protesto etmek adına, itiraf ediyorum ki: ” ben, Kur’an-ı Kerim’in tamamına yürekten, şeksiz-şüphesiz, Allah’ın istediği şekilde inanıyorum ve inancıma uygun bir hayat modeli üzere yaşamayı şiddetle arzuluyorum, bu uğurda gayret gösteriyorum. Yani amiyane tabirle, ben katıksız bir şekilde saf mürteciyim.”

Bir adım daha ileri gidiyorum ve “bu hâl suç unsuru ise, kendimi ihbar ediyorum. Evet, İrtica dediğiniz o kavramı İslâm Dini için kullanıyorsanız, BENİM ADIM MÜRTECİ, çünkü ben, Müslüman’ım Elhamdülillah.”

Selâm ve dua ile….

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?