AYNALAR YALAN SÖYLEMEZ

AYNALAR YALAN SÖYLEMEZ

1839 yılında yayımlanan “Tanzimat Fermanı” ve akabinde , 1856 yılında yürürlüğe giren “Islahat Fermanı” ile devam eden batılılaşma sürecinden bu güne, millet olarak başımıza gelenler, kelimenin tam anlamıyla pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Ne olduğu belirsiz kuru bir sevda uğruna benliğimizden uzaklaştığımız, kimliğimizi unuttuğumuz bu dönem içinde yozlaşma, kokuşma, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, torpil, adam kayırma, değişim ve dönüşüm öylesine baş döndürücü bir hızla devam etti ki…..

Neler olup bittiğini sağlıklı bir şekilde analiz edemediğimiz bir serüvenin girdabında, adeta kaybolup gitme tehlikesi ile karşı karşıya kaldık. Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen milli ve manevi değerlerimiz , örf ve adetlerimiz, muhteşem geleneklerimiz, medeniyet anlayışımız, öz kültürümüz bu talihsiz zaman içinde adeta yok olmaya yüz tuttu, bir çoğu da yok olup gitti, mazi oldu, unutuldu.

Bilhassa 20. yüz yılda, beklenmedik ve korkunç bir kaza neticesinde beyin travması geçiren koma durumundaki hastalar gibi, çaresizliğin bataklığında debelenip durmaya mahkum edildik. İşin aslını sorarsanız, bu karanlık dönemin objektif olarak tahlilinin yapılacağından ve tarihinin yazılacağından tam olarak emin değilim.

Aynalar yalan söylemez, ama aynayı tam olarak kendimize tutacağımızın ve manzarayı net olarak görebileceğimizin endişesini taşımamak mümkün değildir. Bahis mevzuu zaman içinde, dünyanın bir çok ülkesi sanayi ve teknoloji devrimini tamamlayıp, bilişim ve uzay bilimlerinde son sürat mesafe kat ederken, bizler millet olarak beyhude işlerle oyalanmak, abesle iştigal etmek ve birbirimizle didişmekle meşgul edildik.

İki asırdan bu yana, gelişmiş ülkelerin eğitim kurumları bilim adamı ve ilim adamı yetiştirirlerken, bilim ve teknoloji ile uğraşması ve insan yetiştirmesi gereken üniversitelerimiz aslî görevlerini unutmuşlar, veya askıya almışlar, öğrencilerinin kılık-kıyafeti ile, yasaklarla uğraşmışlar ve zaman kaybetmişlerdir. Kafaların dışındaki örtü ile mücadele etmeyi marifet zanneden eğitim kurumlarımız ve eğitimcilerimiz, kafaların içi ile ilgilenmeye maalesef zaman bulamadılar. Yazık, hem de çok yazık!!!

Çektiğimiz sıkıntıların, buhranların, huzursuzlukların, karmaşanın ve çaresizliğin nedenlerini tespit edemez isek, çözüm yolunu bulmamız ve derde deva olmamız imkansız hale gelir.Cumhuriyet dönemi boyunca ülkemiz “hukuk devleti” olamadığı  gibi, demokrat da olamadı, lâik de olamadı. Kimse kimseyi daha fazla oyalamasın, her şeyimiz göstermelik, yüzeysel. İkili oynamaktan, yele göre yelken açmaktan bir türlü kurtulamadık.

Yüksek düzeyde eğitim  aldığını, bol miktarda mürekkep yaladığını iddia eden markalı ve imtiyazlı insanlar, sözde bilim adamları, siyasi şahsiyetler, sanatçılar, iş adamları ve diğer zevatı kiram muhtelif vesilelerle konuşurlarken gülmemek için zorlanmak gerekiyor. Tabii ki, ülkemiz ve istikbalimiz adına üzülmemek elde değildir. Etkili ve yetkililerimiz başlıyor ahkam kesmeye: “Efendim Türkiye’de demokrasi var, ama…Ülkemiz, evet lâiktir, fakat…Canım hepimiz Müslüman’ız elhamdülillah, ancak…Breh, breh, breh…Cümleler uzayıp gidiyor. Şu bir gerçek ki, ” lakin, ama, fakat, ancak” gibi gereksiz mazeret üretme aracı olan gizemli sözcükleri söyledikten sonra konuşulanlar kesinlikle hükümsüzdür ve boştur.

Söyler misiniz beyler, bu kafayla mı muasır medeniyetin üzerine çıkacaksınız? Bu mantıkla mı diğer ülkelerle her alanda rekabet edecek siniz? Bu akılla mı toplumumuzdaki yoksulluğu, yolsuzluğu, kokuşmuşluğu, rüşveti, ahlaki yozlaşmayı önleyecek siniz? Bu anlayışla mı insanlarımız arasında sevgi-saygıyı, hoş görü ve adaleti, kardeşlik hukukunu, farklılıklara rağmen bir arada yaşama fırsatını, huzuru, barışı, güveni yeniden sağlayacaksınız? Bu zihniyetle bunları beceremezsiniz, isteseniz de olmaz. Etmeyin eylemeyin. Bu gariban ve mazlum milletin ah-ı sizi perişan eder.

Cesaretle,mertçe gerçeklerle yüzleşmekten korkmayın; aynalara bakmaktan çekinmeyin. Haksızlığa ve zulme mani olmak, hakkın ve adaletin tesisi için çalışmak hepimizin vazifesidir. Görevi kötüye kullanmak veya ihmal etmek bir insanlık suçudur. Bir asırdır bizleri meşgul eden “Sünni-Alevi, Sağ-Sol, Türk-Kürt , Lâik-Anti lâik, İlerici-Gerici, Çağdaş-Yobaz” tartışmalarını bırakıp; tüm çaba ve enerjimizi, zaman ve imkanımızı, milli ve manevi değerlerimize bağlı kalmak kaydıyla, gerçek anlamda kalkınmaya, ilerlemeye, sanayi ve teknolojimizi geliştirmeye, tarım ve hayvancılığımızı yeniden diriltmeye, bilim ve teknikte hamle yapmaya ayıramaz isek, geleceğe umutla bakamayız. Misak-ı milli dahilinde yaşayan ve T.C. kimliği taşıyan her insan için fikir ve düşünce hürriyetini, insan hak ve özgürlüklerini, din ve vicdan serbestisini gerçek anlamda tesis etmek boynumuzun borcu olsun vesselam.

Sevr Antlaşması’nı yırtarak girdiğimiz Kurtuluş Savaşı neticesinde, elimizde zor tutabildiğimiz bu cennet vatanın, kimlerin iştahını kabarttığını bilmek için cihan alimi olmaya gerek var mıdır? Aynalar yalan söylemez de, aynaya hangi cenahtan baktığınız önemli.

Selam ve dua ile.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?