YÖNETİCİLERİNİN DİNİNDENDİR İNSANLAR !

YÖNETİCİLERİNİN DİNİNDENDİR İNSANLAR !

Siyaset Bilimi’ne ve Kur’an-ı Kerim’e göre siyasetin tarifi; insanları yönlendirmek ve yönetmek sanatıdır. Devlet denilen mekanizmayı, belli kurallar ve kriterler dahilinde sevk ve idare etmek olarak da tarif edilen siyaset son asırlarda en çok tartışılan, mevzuu bahis konuların ön sıralarında yer almaktadır.
20.asrın tartışmasız bilge insanı kabul edilen Milli Görüş Lideri Merhum Necmeddin ERBAKAN’ın tabiri ile “siyaseti önemsemeyen ve ilgilenmeyen Müslümanları, Müslümanları önemsemeyen ve onlarla ilgilenmeyen siyasetçiler idare eder.” Bu durum ise zilletin, perişanlığın, dağınıklığın, mağlubiyetin çıkış noktası sayılır.
Denilebilir ki, “dinsiz siyaset sağır, siyasetsiz din kördür.” Bu açıdan bakıldığında, bir memleketi Müslümanların yönetmesi güzeldir, ama Müslümanca ve inancının ilkelerine göre yönetmesi daha da elzemdir ve güzeldir. Yani, “bir beldeyi idare eden siyasetçilerin iradeleri, İslamî ilke ve prensiplere uygun değilse, o beldede yaşayan Müslümanların İslam’ı Allah’ın emrettiği ve Peygamber (sav) in gösterdiği şekilde yaşamaları mümkün değildir.” İnsanlar ne kadar ehl-i takva, dindar, ihlaslı olurlarsa olsunlar, İslam’ı ancak idarecilerinin müsaade ettikleri oranda yaşayabilirler.
1989’lu yılların son dönemlerinde yaşanan iki ibret vesikası olay ile konuyu müşahhas hale getirmekte fayda var. Birinci olay;
Büyük şehirlerden birisine Belediye Başkanı seçilen samimi, şuurlu, inançlı bir Müslüman olan zat-ı muhterem, o şehirde faaliyet gösteren umumhanede çalışan hayat kadınlarına “beraberce bir sabah kahvaltısı yapalım” teklifini iletir. Böyle bir teklifi akıllarının ucundan dahi geçirmeyen kadınlar ilk önce tedirgin olurlar, endişeye düşerler, “bu da nereden çıktı” dercesine şaşırırılar; ve “daveti nazik bir şekilde ret ederler.” Davetin sahibi Belediye başkanı durumu anlayışla karşılar ama, “bu buluşma sadece tanışmak, dertleşmek, sohbet etmek, amacına matuftur” mesajı ile davetini yineler. Söz konusu kadınlar bu ikinci daveti kabul ederler ve Başkan ile kadınlar bir sabah kahvaltısında bir araya gelirler. Kahvaltıdan sonra muhabbet faslına geçilir. Başkan kadınlara hitaben “kardeşlerim, hanım efendiler, sizlerin her birinize geçiminizi temin edebileceğiniz, yapabileceğiniz bir iş temin etsek ne dersiniz, kabul eder misiniz?” der. Bu teklif karşısında heyecanlanırlar, içlerinden birisi,”Başkanım bu teklife hayır denir mi? Sen bir insan değilsin, ancak ete-kemiğe bürünmüş bir melek olabilirsin. Tereddütsüz ve tartışmasız olarak “evet” diyoruz. Yeter ki siz, geçimimizi temin edecek bir iş ver” der. Kısa bir zaman içinde her kadın bir işe yerleştirilir, o mekan kapatılır. Bu dönemde ise AB kriterlerine uyum adı altında, “Yeni TCK.nda zina suç olmaktan çıkartılmıştır.
İkinci olay ise şu; büyük ilçelerimizden birinde Müftü olan zat-ı muhterem Belediye Başkanlığına aday olur ve kazanır. Görev olarak çiçeği burnunda olduğu bir dönemde “içkili bir mekân için ruhsat baş vurusu” yapılır. Başkan, görevlileri gönderir, “bakın hele, o mekân mevzuata uygun mudur?” der. İnceleme yapılır ve söz konusu yer gerekli şartları haiz değildir; ilgilisine “ret” cevabı verilir. İlgili kişi gelir ve “başkanım tamam, siz haklısınız da, bu işi yapanların çoğunun ruhsatı mevzuata uygun değil ki…” der. O ilçede daha önce ruhsat verilen yerler kontrol edilir ve sadece 2 mekân mevzuata uygun bulunur, uygunsuz olan tüm ruhsatlar iptal edilir.

Daha sonra uygun ruhsatla bu işi yapan işletmeciler Başkan’ı ziyaret ederler ve “Sayın Başkanım, madem ki koskoca ilçede bu işi yapan iki kişi kaldık, biz de gönüllü olarak iş yerlerimizi kapatıyoruz. Bu ilçede bundan böyle alkollü mekân olmasın, milletimizde rahat etsin” derler, ve öyle de olur.
Belediye Başkanı bir konferansında der ki: “Ben Müftü iken ancak tavsiye ediyordum, zararlarını anlatıyordum, ama kimse umursamıyordu. Ancak idarî makama gelip yetkileri kullanınca anladım ki, Müslümanların idarî makamlarda bulunmaları çok önemlidir, icracı olmak ile tavsiyeci olmak arasında dağlar kadar fark vardır. Hülasa-i kelâm, Peygamberî deyişle insanlar idarecilerinin dinindendir.”
Materyalist düşüncenin Cehennem’e çevirdiği güzel dünyayı yeniden “Cennet Bahçeleri”ne dönüştürmek mümkündür. Ancak bunun için, İslâmî hüküm ve kuralların hayata tatbik edilmesi, yani Milli Görüş’ün iktidara gelmesi gerekiyor. Bu da şuurlu Müslümanların siyaset arenasında söz sahibi olması ile gerçekleşir. Sadık ve samimi Müslümanlar olarak, siyaset sahnesindeki tüm çaba ve çalışmalarımız sadece bunun içindir. Ne maddî menfaat ve çıkarda, ne de makam ve mevkide gözümüz vardır. Allah ve Peygamber şahit olsun ki, gizli niyetimiz de yoktur, gizli ajandamız da yoktur. İnsanlığın iki cihanda da saadet ve huzurunu sağlamak tek ve değişmez hedefimizdir, böyle biline. Selam Hakk’a tabi olanlara…..

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?