UYKUDAMIYIZ- AYIKMIYIZ SİZCE LAİKLİĞE LAYIKMIYIZ

UYKUDAMIYIZ- AYIKMIYIZ SİZCE LAİKLİĞE LAYIKMIYIZ

Birileri ortaya bir gündem atıyor…

Herkes tartışıyor,

Herkes konuşuyor…

Bizim ağzımız-dilimiz yok mu; bizde konuşup tartışalım!

Hem de uluorta!

Hem de ‘dokunulmazlık’ gibi bir güvencemiz olmasa da konuşalım…

Yukarıya düştüğüm üst başlığı bir kez daha;

“Uykuda mıyız ayık mıyız?”

“Sizce laikliğe layık mıyız?” dedikten sonra insanın ister-istemez aklına bir uyaklı tümce daha geliyor; “Yoksa sarhoş muyuz?” diye…

Çünkü toplum olarak gündelik yaşamımızda topluca bir sarhoşluk hali var da ondan böyle diyorum!

Yani her gün hangi gündemi tartışacağımızı şaşırır olduk vallahi!

Serseri mayın gibi dolaşıyoruz adeta!

Toplum olarak ‘öğretilmiş çaresizliğin’ içindeyiz yüzde-doksanımız…

Yani tepeden hangi işaret verilirse ona şartlanmış bir vaziyetteyiz!

****

Bizde gündem çok…

Gündemci de çok…

Gündemin birisini tüketmeden, birisi ardından yetişiyor.

Örneğin geçtiğimiz iki gün önce en yüksek protokol’umuzun en yüksek 2 numaralı Başkanı dedi ki; “Yeni yapacağımız anayasada laikliğe gerek yok. Din ibaresi olsun” deyince, nasıl oldu bilmem ülke sanki birden bire ayağa kalktı…

Herkes bu sözü veya gündemi belirleyen ‘Başkanın’ sözlerini yadırgadı…

Akşam TV Haberlerini dinleyince, baktım ki gerçekten TBMM Başkanımız aynen biraz önce sözünü ettiğimiz cümleleri sarf-ediyor…

Herkes yadırgıyor…

Falan filan…

İnanmayacaksınız ama ben hiç şaşırmadım…

Şaşırmayı bir tarafa bırakın kılımı bile kıpırdatmadım!

Sanki bu sözü ilk kez Meclis Başkanı söylüyormuş gibi niye şaşırayım ha!

“Laiklik” sözcüğü anayasamızda var diye ‘laik’ bir yaşam mı sürdük bu zaman kadar biz?

Hı, sizce sürdük mü?

Hem Türkçe Sözlüğe, hem de internet sözlüğüne baktım, laikliği birkaç tanımını şöyle veriyor:

LAİKLİK: Devletin vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde inançlara göre ayrım yapmaması ve ayrıca herhangi bir inancın özellikle de bir toplumun egemen olan inancın, aynı toplumda azınlıkların benimsediği inançlara baskı yapmasını önlemesi demektir. Kısacası laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır diye tarif ediyor.

Pekâlâ, şimdi bu tanımı kısaca ve aklımızın erdiği kadar analiz yaparsak, bakalım laiklik bizim hiçbir tarafımıza bulaşmış mı görelim…

Laiklik; felsefesi gereği dinler arasında çokluğa-azlığa göre ayrım yapmaz diye ifade ediyordu değil mi?

Peki, ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’ hangi inancın ve dinin hizmetinde…

Niye diğer inanç ve din kümelerine de aynı ‘eşitlik’ anlayışı içerisinde yaklaşıp, onlarında organize olmasına katkıda bulunmuyor?

Sahi bizim ‘Diyanet İşleri Başkanlığının’ bütçesi kaç Bakanlığın bütçesine eşitti?

Bilmiyor musun?

Bilmiyorsan, bir bilenden öğren!

Öğren de dilin-damağın kurusun!

Laik olduğunu iddia eden bir devlet, bütün işleri bir yana bırakırda hiç din organizasyonlarına girişir mi?

Girişiyor işte…

Hem de (kendi ifadelerine göre) yüzde 98-99’u aynı inanca sahip olanların dinsel organizasyonlarını, gereksinimlerini yapıyor da, sadece geriye kalan yüzde (ikinin) mi organizasyonunu yapmaktan imtina ediyor?

Ha, unutman söyleyeyim galiba Alevilerin inançlarının da gözetilmesi için Avrupa Anaya Mahkemesi, açtıkları davalarda haklı bulmuşlar ve bizim ülke yöneticilerini de haksız bulmuşlar…

Neyse, biz tekrar şu konunun özüne dönelim…

Şu ara gündemimiz laiklik…

Aslında biz bunu daha önceki yıllarda ‘Laikler ve Anti Laikler’ biçiminde çok tartışmıştık ama demek ki yeteri kadar tartışamamış olacağız ki, yeniden tartışmaya başladık…

Ve biraz önce de belirttiği gibi açıkçası ben bu ‘laiklik’ üzerinde tartışmak istemiyorum…

Niye?

Çünkü ben diyorum ki; “Laiklik” 1938 yılından bu yana yasalarımızda var olduğu gibi aynı zamanda Atatürk’ün altı ilkesinden sadece birisi…

Bildiğin gibi diğer ilkeleri de; ‘Cumhuriyetçilik- Milliyetçilik- Devletçilik- İnkılapçılık (Devrimcilik) ve bir diğeri de Halkçılık ilkeleri…

Peki, bu sözünü ettiğimiz ‘ilkeleri’ biz tam olarak savunduk veya birileri tarafından kıyısı-köşesi törpülenirken savunup tartışabildikte mi şimdi laikliği tartışıp da düzlüğe çıkaracağız?

Beyler biz birimizi tanır, birbirimizi biliriz…

Gelin birbirimize madik atmayalım!

Yalandan Atatürk İlkelerine sahip çıkıyormuş gibi yapıp da birbirimize aldatmayalım…

Bugüne üç-beş yılın içinde, üç-beş günün içinde gelinmedi!

Bu yolculuk taaa, Atatürk’ün ölümünden sonra başladı!

Bu yolculuk taaa Parlamenter Demokrasiye geçtiğimiz günlerden başladı!

Bu yolculuk taaa 1950’lili yılların başında başladı ve bugünlerde hızlandı!

Gerçi gençlik arada-bir; “Yahu siz ne yapıyorsunuz” diyerek başkaldırdı kaldırmasına ama gençliğin başını balyozla ezmeye kalktılar!

Arada bir muhtıra ve darbe yaparak yurtseverleri kodese tıka-tıka, yüzüne gözüne biber gazı sıka-sıka kör ettiler gençleri ve şimdi istedikleri gibi meydanı boş bulup atlarını oynatıyorlar!

Sözü sonlandırırken tekrar belirtmek isterim ki, ben TBMM Başkanının bu ‘Laiklikle’ ilgili demecini vallahi de yadırgamadım billahi de!

Üstelik TBMM çatısı altında sadece Meclis Başkanı mı böyle düşünüyor?

Meclis Başkanından başkaları ‘laiklik’ konusunu böyle düşünmüyor mu?

Yani bu sözü Meclis Başkanı söylemiş olmasaydı, bir gün çıkıp da birileri söylemeyecek miydi?

“Başkaları söyleyebilir ama tarafsız bir Başkan söyleyemez mi” dediniz?

Yok yahu!

Peki, ‘tarafsız davranacağına’ dair yemin eden diğer (1) numaralı Başkana niye karşı çıkmadınız o halde ‘Ben gelmiş geçmiş başkanlar gibi tarafsız olamam’ dediğinde!

Hı, o tartışılmadı da, şimdi bu niye tartışılıyor?

Yok, arkadaş yok…

Bu toplum düşünme alışkanlığını kazanmadan.

Abur-cubur tartışmaların başından uzaklaşmadan!

Her önüne atılan nesneye veya konuya düşünmeden balıklama dalarsa!

Allah bizim sonumuzu hayır etsin…

Yazının üst başlığında da belirttiğim gibi;

Önce aymazlıktan ve uyuşukluktan kurtulacağız!

Sonra üzerimizdeki ölü toprağını silkinip atacağız!

Elimizden alınmak istenen değerli ‘vermemek’ için zamanında savaşını yapacağız…

Ve düşüneceğiz; “Biz gerçekten laikliğe laik miyiz?” diye…

Hadi o zaman düşünüle…

 

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?