Nefsin Çirkin Yüzü (Nefs-i Emmare)  Nasıl Temize Çıkarılır?

Nefsin Çirkin Yüzü (Nefs-i Emmare)  Nasıl Temize Çıkarılır?

Kuran-ı Kerim; nefsin kötülükleri alabildiğine emrettiğini söylemiştir. İnsandaki istenmeyen davranış ve fiillerin sebebi terbiye edilmemiş nefsin hâli olarak nitelendirilebilir. “İnsandaki nefis tek bir varlıktır. Fakat pek çok sıfatı ve hâli vardır.  O nefis, mana âlemine meylettiğinde ‘nefs-i mutmaine’, istek ve arzularına yöneldiğinde ise ‘nefs-i emmâre’ (kötülüğü emreden nefis) olur.”

Allah’u Teâlâ bir Ayet-i Kerime’de şöyle buyuruyor: Yusuf 53 “Nefs-i emmare daima kötülüğü emreder.”

YUSUF 53: “Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).”

Ayet-i Kerime’de ‘nefs-i emmâre’ kelimesinin kullanılmasının sebebi mananın kuvvetlenmesi içindir. Çünkü nefis ilk başta maddi şeylere alışır ve onlara âdeta âşık olur. Fakat manevi âlemi anlayıp ona meyletmesi, bir nefis için nadir görülen hadiselerdendir. O nefis için dünya istek ve arzularından sıyrılış ve inkişaf, ömrü boyunca çok ender vakitlerde olur. Genel olan bu durum, nefsin maddi âleme meyletmesi olup manevî âleme yükselmeye temayülü de nadir olunca, bu olumsuzluk için ‘kötülükleri olanca şiddetiyle emreden nefs’ denilmiştir.

 

Doğumdan itibaren insanların nefslerinin kalpleri afetlerle doludur. Allahû Tealâ’nın hedefi, bu afetleri yok etmektir. Ve kişi bunu kendi iradesini kullanarak yapmak mecburiyetindedir. Bunun için Allah’a ulaşmayı dilemek ve ardından Allah’tan alınacak 12 ihsanla O’nun gösterdiği irşad makamına ulaşmak ve zikir yapmak söz konusudur.

 

İnsan Allah’a ulaşmayı dilemedikçe; nefsinin tezkiye olması, temizlenebilmesi ve kurtuluşu hiçbir zaman mümkün değildir. O insan dünya hayatını yaşadığı halde Allah’a göre ölüdür. Çünkü gözlerindeki hicab-ı mesture ile baktığı için irşad makamını başka insanlardan ayıramaz. İrşad makamının söylediklerini kulakları duyar ama kulaklarında vakra olduğu için anlayamaz ve mânâsına varamaz. Kalbinde ekinnet olduğu için kalbine indirdiği konuları idrak edemez. Bu ekinnet idraki önler.

 

Ne zaman bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun kalbindeki Allah’a ulaşma talebini işitir, bilir ve görür. Gördüğü anda Allah, Rahman esmasıyla o insana tecelliye başlar. Bu tecelli, o insanı ölüyken diriltir. Kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalbindeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Artık kişi irşad makamına sadece bakmaz, onu görmeye başlar. Kişinin kulakları irşad makamının irşada dair söylediği şeylerin mânâsını anlamaya başlar. Ve kişinin kalbindeki idraki önleyen ilâhi bilgisayar (ekinnet) alınıp, yerine idraki sağlayan başka bir ilâhi bilgisayar (ihbat) takılınca, kişi kalbiyle idrak etmeye başlar.

 

Ve böylece gözleri görmeyen, kulakları duymayan ve idrak edemeyen bir kişi olması hasebiyle ölüyken; Allah’ın Rahman esmasıyla tecellisi üzerine; gören, işiten ve idrak eden birisi olur. Böylece kişi ölüyken diriltilmiştir. Ve daha sonra 12 ihsanla kişi mürşidine ulaştırılır.

 

Mürşidine ulaşıp tâbî olduğu zaman (ki mürşidi Allah gösterir, ulaştırır, mürşid sevgisi verir, bütün ibadetleri Allah sevdirir) bu âyet gereğince Allah Rahîm esmasıyla tecelliye başlar, bütün günahlarını sevaba çevirir ve kalbine îmân kelimesini yazar. Kişi zikir yaptığında Allah’ın katından salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl o kişinin göğsüne gelir. Göğsünden kalbine ulaşır. Kalbinde îmân kelimesinin etrafında toplanmaya başlar. İşte bu toplanma, kişinin nefs tezkiyesi yapmasıdır.

 

Ne zaman Allah’ın rahmeti ve fazlı kalbe ulaşırsa îmân kelimesinin etrafında fazıllar toplanmaya başlar. Fazılların îmân kelimesine yapıştığı ve işgal ettiği sahada şeytanın karanlıkları, afetler barınamaz, bir daha normal standartlara dönmemek üzere orayı terk eder. Ve kalp giderek ruhun kalbindeki hasletlerin paraleli olan Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen nurlarla (Allah’ın fazıllarıyla) dolar. Fâtır Suresi bunu söylüyor:

 

FÂTIR-18: “Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).”

 

Allah’ın rahmeti ve fazlının kalbe ulaşması, rahmetin %2, fazlın %49 nefsin kalbine dolmasıyla nefs tezkiyesi gerçekleşir. Nefs tezkiyesi, Kur’ân’ın en önemli konularından biridir. Nefs tezkiyesi Allah’ın hepimize emridir. Nefsimizi temizlemekle hepimiz emrolunmuşuz. Ve bu emri yerine getirenler nefs tezkiyesini gerçekleştirenlerdir. Hiç kimse kendi nefsini tezkiye edemez. Allah ancak dilediğinin nefsini tezkiye eder. Çünkü kişide evvelâ o olayları vücuda getirerek gözlerindeki, kalbindeki, kulaklarındaki engelleri alacak, günahlarını örtecek. Sonra o kişinin kalbine rahmet ulaştıracak, daha sonra %49’a kadar fazl ulaştıracak, nefsinin kalbi %51 nurlarla dolacak, her %7 fazl birikiminde ruh bir gök katı yükselecek. Ve 7. katın 7 tane âlemini geçtikten sonra Allah’ın Zat’ına ulaşacak ve kişi Allah’ın evliyası olacak. Bu nefs tezkiyesinin neticesidir. Kim nefsini 7 kademede tezkiye edebilirse sadece onların ruhları Allah’a ulaşabilir.

 

Böylece kişinin nefsinin kalbi Allah’a ulaşmayı dilemeden evvel %100 karanlık iken; Allah’ın Rahîm esmasıyla tecellisi üzerine; nefsinin kalbi %51 nurlarla aydınlanmış ve Allah o kişinin nefsini tezkiye etmiş, o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırmıştır.

 

Hz. Yusuf (a.s.) Mısır Kralı’nın karısı Züleyha tarafından odasına çağırılıp isteği reddedilince iftiraya uğrar. Bu hadisede Mısır Kralı’na kötülük etmediğini belirtmek için; “Bu, gıyabında ona hainlik etmediğimi bilmesi içindir.” deyince, bu söz âdeta kendisini methetmesi ve tezkiye etmesi gibi olmuştur. Hâlbuki Allah Teâlâ; “Nefsinizi tezkiye etmeyin, temize çıkarmayın.”buyurmuştur. Bundan dolayı Hz. Yusuf (a.s); “(Bununla beraber), ben nefsimi ibra etmem (temize çıkarmam).” diyerek nefsini övmemiştir. Buna göre ayetin manası; “Ben, nefsimi tezkiye etmem. Çünkü nefis, alabildiğine kötülüğü emreden, kötülüğe çok meyilli olan ve günahlara arzu duyandır.”şeklindedir.

 

Hz. Yûsuf (a.s.),Mısır Azizi hakkında; “Gıyabında ona hainlik etmedim.” deyince bu hainliğin, nefsinin arzu duymayışı, tabiatının meyletmeyişi manasında olmayıp nefsin olanca şiddeti ile kötülüğü emreden, insan karakterinin lezzetli olan şeylere karşı arzu duyulan bir özelliği olduğunu beyan etmiştir. O bu sözü ile hainlik etmeyişinin isteksizlik yüzünden değil, Allah korkusundan dolayı olduğunu ifade etmiştir.

 

Ayet, nefsin kötülüklerinden ancak Allah´ın rahmeti sayesinde uzaklaşabileceğine delalet etmektedir. Ayetin lafzı, her ne zaman o rahmet tahakkuk ederse, o vazgeçmenin de tahakkuk edeceğini göstermektedir.

 

Nefs-i emmare nefis dereceleri arasında en aşağı ve en kötü derecede olanıdır. Kötülükleri emreder. Bu seviyedeki insan isteklerinin esiri olur ve şeytana itaat eder. Akıllı bir mümin, nefs-i emmaresi ile devamlı savaş hâlinde olandır. Çünkü Nefs-i emmare kişiyi ala-yı illiyyinden, esfele-i safiline düşürür. İslam büyüklerinden Ebu Sabit Deylemi Hazretleri nefs-i emmareyi şöyle tarif etmiştir:

 

“Nefse bir kalıp düşünülse şu şekilde olur: Başı kibir; gözü ucub (kendini beğenme); ağzı hased; dili yalan, gıybet; ruhu küfürdür. Nefsin aklı ve kavrayışı yoktur. O, şu dünya yurdundaki bir saatlik istek ve arzulara karşılık cennetin nimetlerini ve cennetteki ebedi saadeti değişir. Nefis, mücadele ile ölmez. Lakin hapis ve tazim olur. Nefisle savaşta en ufak bir ihmal ve gevşeklik meydana gelirse eski hâline döner. Şerrinden ve hilesinden asla emin olunmaz. Allah-u Teâlâ ile kulu arasında hicap olan ve kulu Allah’tan başkasıyla meşgul eden de odur. Ayet-i kerimede buna işaret ederek; ‘Muhakkak ki nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emredendir.’ ”

 

Bu nefsin bir parçası gözde, hainlikle nazar eder. Bir parçası kulakta, rızayı ilahiyeye muhalif şeyleri dinler. Bir kısmı dilde, gıybet yalan ile tekellüm eder. Bir cüzü elde hırsızlıkla, bir cüzü ayakta hata ve günahların tarafına gitmekle emreder. Bir kısmı bedendedir, ondan istek ve arzular doğar. Bir kısmı da kalptedir, ondan gaflet ve vesvese meydana çıkar. İşte insan vücudundaki her kılda nefsin hilesi ve hissesi vardır.

 

KURAN-I KERİM’DE

NEFSİN 7 TANE

TEZKİYE KA­DE­MESİ VAR­DIR.

Nefs-i Emmare (Yusuf-53)

Nefs-i Levvame (Kıyame-2)

Nefs-i Mülhime (Şems-8)

Nefs-i Mutmainne (Hicr-27, Rad-28)

Nefs-i Radiye (Hicr-28)

Nefs-i Mardiyye (Hicr-28)

Nefs-i Tezkiye (Fatır-18)

Bütün bu tezkiye kademelerini tamamlayıp, nefsin tezkiye olması, ancak “Hidâyetçi”nin (mürşidin) her kademe için Allah’tan alarak mürşide ulaştırdığı emirleri yerine getirmek suretiyle gerçekleşebilir.

 

Nefs tezkiyesi mürşide ulaşmakla başlamaktadır. Ancak bizim için tayin edilen mürşidi bulabilirsek, kalbimize îmân yazılmakta bu sebeple Allah’ın nurları zikir yaptığımız sürece nefsimizin kalbine girebilmektedir. Allah biz lâyık olduğumuz için bizi mürşidimize ulaştırır. Allah dilediğinin nefsini tezkiye eder. Sadece buna lâyık olanlar Allah’ın dilediği kişilerdir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri, Allah’ın dilemesi mümkün değildir. Allah nefsimizi, mürşidimize ulaşıp kalbimize îmân yazıldıktan fazl nurunu kalbimize ulaştırarak tezkiye eder. Fazl nurlarının kalbimize ulaşması ise mürşidimize ulaşmamıza bağlıdır.

 

Mürşid Allah’ın fazl nurlarının kalbimize girebilmesi için şarttır. Nefsimizin tezkiyesi ise Allah’ın fazlının kalbe girmesiyle mümkün olur. Allah’ da, mürşidler de nefsleri tezkiye ederler. Nefsi asıl tezkiye eden Allah’ın rahmet ve fazlıdır. Mürşid ise buna sebep olan, anahtar olan Allah’ın yetkilisidir.

Allah razı olsun. Sevgi ile kalın…

Sosyal Medyada Paylaşın:

1 Yorum

  1. Doĝru.Bunlar Osmanlıda yaşanan ve Osmanlının çökertilmesiyle çökertilen, yani unutturulan Din bilgileri. Çünki Dini yaşamak, sünneti seviyeyi yaşamak dahil hepsi
    – Kuran’ın bütününü yaşamaktır.
    Kuran’da hiç bir şey eksik bırakılmamıştır. (Enam:38 göre)

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?