Yazının ilk bölümünü, “Mustafa Coşturoğlu ile dostluğumuz böyle başladı ve hiç kesintiye uğramadan aramızdan ayrıldığı yıllara kadar da sürdü…” diye bitirmiştik.
Eynesil dışına çalıştığım için, sık sık görüşme olanağı bulamıyorduk.
Son görüşmemiz, tarihini tam olarak anımsamasam da ölümünden bir kaç ay önce olduğuna göre, 2010 yılının son ayları olmalı..
Bunları, Coşturoğlu’nun ölüm tarihi 3 Ocak 2011 olduğu için rahatlıkla söyleyebiliyorum…
Bir yakının cenazesine katılmak için Eynesil’e gelmiş ve bir fırsatını bulunca da yıllar önce görev yaptığı Görele’ye de uğramıştı…
Özdemir Kaset’in önünde karşılaşmış, ayak üstü, kısa ama çok güzel bir sohbet yapmıştık.
Özetle:
“Önümüzdeki yaz tekrar geldiğimde, Hayrettin Günay, Nuh Çolak ve seninle bir yerde buluşup, uzun uzun sohbet etmek istiyorum…
Hayrettin’le Nuh’u; Görele Lisesi Dergisi’ndeki yazılarından tanıyorum…
Onlarda gelecek gördüğüm için, erinmedim, ikisine de ayrı ayrı mektup yazdım, onlara bazı önerilerde bulundum…
Bu gençleri teşvik etmek gerek…” dedi.
Nereden bilecektim, son görüşmemizmiş!..
Rahmeti bol olsun.
23 Eylül 1924 tarihinde doğan Mustafa Coşturoğlu hocamız, aramızdan 3 Ocak 2011 tarihinde ayrılmış.
Coşturoğlu hocamız nasıl yazar olmuştu?
İsterseniz, bu öyküyü, rahmetli Coşturoğlu’nun kendi kaleminden okuyalım:
Rahmetli Hasan Ali Yücel Görele kökenlidir…
1950 seçiminde Giresun’dan seçimlere hazırlanıyordu..
1949 yılında Görele’yi sıkça ziyaret ediyordu…
O yıllarda Görele Orta Okulu’nda öğretmendim.
Rahmetlinin Görele’ye her gelişinde oturduğu çay bahçesi açık oturum sahnesine dönerdi…
Birgün kendisi çağırmıştı.
Gittiğimde yürüyüşe çıkıyordu…
(Hoş beşten sonra.)
“Seni çağırmamın asıl nedeni, bu kıydılar, yazı coğrafyasının dışında kalmıştır.
Seninle ortak bir kitap yazmayı düşündüm.
Sonra bunları birlikte değerlendiririz.
Yapıtlaşmayan düşünceler uçup gider, unutulur, kalıcı olmaz.” (dedi.)
Rahmetli Yücel’in bu uyarısı, içimdeki bazı hevesleri yükümlülüğü dönüştürdü…
Yazıyı bitirmeden, Hasan Ali Yücel’in kendine yapılanlar hakkında nasıl dert yandığını, yine Rahmetlik Coşturoğlu’nun kaleminden okuyalım:
Gene birlikte bir yürüyüş sırasında, sözü hemen kendisine beslenen soğukluğa getiriyor ve şunları söylüyordu :
” (Malum çevreler) bir takım deli-deprek kişileri peşime takıp, bana sövdürüyorlar.
Hem de ciddi toplantılarda!..
Hele telefonlarda yapılan hakaretler…
Dayanılır gibi değildi.
Karım telefona çıkınca söylemediklerini bırakmıyorlar.
En çok da anama yapılanlara üzülüyorum.
Bense ağızlarının payını veriyorum. (…)”
Not: Alıntıları Mustafa Coşturoğlu’nun, ” TOPLUMSAL ÇÖZÜLME (Toplumsal Patoloji) ” adlı kitabından aldım, kitap; Nisan 1992’de Gündoğdu Yayınevi tarafından basılmış.