MİNAREYİ ÇALDILAR, KILIF BULAMIYORLAR

MİNAREYİ ÇALDILAR, KILIF BULAMIYORLAR

Halen yürürlükte olan 1982 darbe Anayasasına göre, Türkiye Cumhuriyeti LÂİK bir devlettir. Anayasada veya kanunlarda tanımı yapılmamış olan bu model, Fransa’dan alınmıştır ve “nev’i şahsına münhasır” bir uygulamadır. En yaygın kanaate göre “din işleri ile devlet işlerinin bir birinden ayrılması” esasına dayanır; öyle diyorlar…!

Halkının tamamına yakını Müslüman olan Osmanlı bakiyesi ülkemiz, Lâiklik esasına göre yönetiliyor olmakla birlikte, uygulamadaki  karışıklık ile, insanların makul bir şekilde ifade etmekte zorlandıkları karmaşık ilişkiler gözlerden kaçmamaktadır. Teorik olarak din işleri ile devlet işlerinin ayrı olması ve bir birine karıştırılmaması gerekiyor, ama uygulamada durum hiç te böyle olmuyor, belki de olamıyor.

Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurumsal olarak varlığı, camilerin kontrol ve denetimini üstleniyor olması ve din hizmeti sınıfında görev yapan memurları finanse ediyor oluşu, batıda bilinen haliyle Lâiklik ilkesine uygun değildir. Bunlardan başka, dini bayram günlerinin resmi tatil olması başta olmak üzere daha bir çok resmî uygulama teori ile pratik arasında gözlemlenen, ancak mantıklı bir şekilde izah edilemeyen hadiselerdir.

Görüldüğü üzere bir tarafta lâiklik ilkesi, öbür tarafta Diyanet İşleri Başkanlığı. İşin uzmanları ve akademisyenler durumu izah etmekte zorlandıklarında, ” Tamam, lâiklik ilkesi var ama bizim insanlarımız da Müslüman…” diyorlar ve işi içinden çıkılamaz hale sokuyorlar. İşin özü şudur ki, bu kılıf bu minareye uymuyor. Madem ki kılıf bulunamayacaktı, o halde bu minareyi neden çaldılar?

Esasında mesele çok basit ve çok kolay. 20. yüz yılın başlarında Devlet-i Osman-ı Âlî dağılınca, küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Şer’i idare şekline karşı olanların güdümüne sokuldu ve sistemin korunması için bir sigorta vazifesi görsün diye Lâiklik ilkesi kabul edildi. Ne var ki, Müslüman olan halka bunu kabul ettirmekte doğacak sıkıntıları ber taraf etmek, muhtemel isyanları engellemek için de, oltanın ucunda yem misali, İslamın iman, ibaadet ve ahlak ile ilgili bölümlerini insanlara anlatmakla görevli, görev ve sorumlulukları 633 sayılı kanunla belirlenen Evkaf ve Şer’iyye Vekaleti kuruldu; bu kurum daha sonraları Diyanet İşleri Başkanlığı olarak kimlik kazandı.

Aslına bakılırsa Diyanet İşleri Başkanlığı, hakikaten İslamı insanlara arz etmek, dini hizmetleri ifa etmek amacıyla değil, Lâik sistemi muhafaza altına almak için kurulmuş bir kurumdur. Esas amaç, cami ve mescitleri denetim altına almak, bir takım insanların bu gibi ibadethanelerde İslamın esasını ve özünü anlatmasını engellemek ve sistemi koruma altına almaktır. Böyle olmasaydı, Dİ B. nın görevi İslam’ın bir bölümünü (iman, ibadet ve ahlak kısmını) değil, tamamını anlatmak olarak belirlenirdi.

Olaya şuurla, samimiyetle ve dikkatlice bakılırsa görülür ki; din görevlilerinin, camilere gelen cemaate İslam’ı gerçek haliyle, olduğu gibi anlatmak yerine; mevlid, ilahi, kaside, naat okumaları; konuşuyor olmak için konuşmaları,  ve tabir yerinde ise, insanları oyalamaları, avutmaları, uyutmaları tam da Lâiklik çarkının rahat dönmesini sağlayıcı hareketler olarak göze çarpıyor.

Hülasa olarak denilebilir ki, Müslümanların yaşadığı belde ve bölgelerde Lâiklik değil, Şer’i Nizam hakim olmalıdır; Müslüman olmanın gereği budur. Ateş ile su veya ateş ile barut bir arada bulunmaz, bir birimizi kandırmayalım.

Selam ve dua ile…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?