Dediler ki;
Bu soygun düzenini yaratan kimdir?
Bizim anamız-babamız aç yatarken;
Bu ağalık ve burjuva düzeni de neyin nesidir?
Sormak istiyoruz dediler;
Bir yanda çalışmadan yan-gelip yatanlar!
Elini sıcak sudan-soğuk suya sokmadan yaşayanlar..
Çalışmadan kazananlar!
Sofrasını saraylarda kuranlar!
Öte taraftan;
Bizim anamızı-babamızı soyanlar kimlerdir?
Tarladaki pamuğu çalan…
Üstünde yan-gelip yatan…
Kısacası;
Köylünün ürünlerini elinden -yok pahasına alıp- saltanat sürenlerin kim olduğunu artık anladık dediler…
Emekçinin emeğini sömürüp sermaye yapanları…
Abdest almasını bilmediği halde, toplumun kutsal inançlarını siyaset tezgahlarında kimlerin pazarladığını…
Kurtuluş savaşında önümüzde diz çöktürdüğümüz emperyalizme, daha sonra emperyalistlerin ününde kimlerin diz çöktüğünü…
Küresel sermayeye ülkemizi kimlerin ipotek ettiğini artık öğrendik dediler…
Yapılan bu çirkinlikleri anamızın-babamızın görmemesi için;
Gözlerine nasıl bir bant bağladığınızı…
Yaptığınız çirkinliklerini ve ihanetin konuşulmaması için;
Düşünce özgürlüğümüzün elimizden nasıl aldığınızı…
Konuşursak; bizleri toplumun gözünde küçük düşürmek için nasıl bir ‘yalan’ konuşacağınızı da artık biliyoruz dediler…
Ama ne yaparsanız yapın;
“Artık bundan sonra yemez” dediler…
Meydan o kadar boş değil;
“Bundan sonra karşınızda bizi bulacaksınız” dediler…
Ve ezilen halkının ortak çıkarları için;
Meydanlara indiler…
“Tam Bağımsız Türkiye” sloganını birlikte söylediler…
Emperyalizmin ‘savaş donanması’ olan 6. Filo ülkemizin limanlarına gelip ‘boy gösterisi’ yapmak istediğinde;
“Kanlı ellerinizle bu limanlara giremezsiniz, defol git” dediler…
Gitmemekte direnince de; kollarından tutup birer birer Dolmabahçe rıhtımından tutup denize döktüler!…
Ve böylesine büyük bir suç (!) işledikleri içinde tutuklandılar…
Sorgucuların karşısına çıkarıldılar…
Ve emperyalizme başkaldırdıkları için yargılandılar….
Sorgucu sordu;
“Neden bunları yapıyorsunuz?”
Arkadaşları adına Mahir isimli bir genç delikanlı yanıtladı;
“Bizler, bağımsızlık şiarımızı Mustafa Kemal’den alan gençleriz.”
Sorgucu (dukalarında alaylı bir tebessümle) sordu;
“Sizler de mi Atatürkçüsünüz?”
MAHİR; Milli Kurtuluşçu bir tutum yansıtması açısından bizler sapına kadar Atatürkçüyüz.
Kurtuluşçuluk bayrağını, hayatımızda dahil, her şeyimizi ortaya koyarak bir dalgalandırıyoruz…
Sorgucu;
Atatürkçülük kala kala sizlere mi kaldı?
MAHİR; Gardırop Atatürkçülerine kalacak hali yok ya!…
(Sorgulama bu minval üzerinde sürüp gider)
Onun için sohbetimizi özetleyerek sonlandırmak isterim…
Onlar;
Gençtiler…
Öğrenciydiler..
Üniversiteliydiler…
Yurtseverdiler…
Devrimciydiler…
Sosyalisttiler…
Özgürlük yanlısıydılar…
Anti-emperyalisttiler..
Egemen güçlerin tarifiyle de ifade edecek olursak;
Anarşisttiler!….
Düzen bozucuydular…
Vatan hainiydiler…
Sermaye düşmanıydılar…
Vesaire, vesaire…
Yıl; 1972 idi…
Kurulu düzene başkaldırmak isteyen gençlere “ibret olsun” diye bir ders verilmesi gerekiyordu…
Yani; üç gencin darağacına götürülüp asılması gerekiyordu…
Bu gençlerin adı da; Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’dı.
Ve ‘İdam kararı’ parlamentoda çarçabuk onaylandı…
Asılacakların avukatları başta olmak üzere, toplumun duyarlı kesimi ve Milli Futbolcu Metin Oktay, bu gençlerin ‘asılamaması’ için imza kampanyası açıp, imza topladı…
Ama hiçbir işe yaramadı…
Ve bu kez arkadaşlarının asılmamasını isteyen gençlerden Mahir Çayan ve 11 arkadaşı Ünye radar üssünden 2 İngiliz teknisyenle 1 Danimarkalı teknisyeni rehin alıp, Tokat ilinin Kızıldere köyüne götürerek, arkadaşlarının asılmaması için pazarlık yapmaya başladı.
Ancak bu ‘pazarlık’ hiçbir işe yaramadı…
Ve aradan çok zaman geçmeden gençlerin rehinelerle bulunduğu eve kurşun yağdırılmaya başlandı…
Ve bir süre daha bekleyip, geçlerin sağ olarak ele geçirilme olanağı varken, bu yol tercih edilmedi…
Bir kişi hariç ‘rehinelerle’ birlikte 10 genç, kan kusan namlularla en kısa bir zaman diliminde delik-deşik edildi…
Ve katlettikleri yetmiyormuş gibi, öldürülen gençlerin cesetleri önce yan-yana dizilin fotoğraflanarak teşhir edildi…
Ve daha sonra da -götürülmek istenen yere- kağnıya yüklenerek götürüldü…
Yıl; 1972
Aylardan; Martın 30’uydu…
O gün vicdanının sesi olanların nutku tutuldu…
On kişiydiler…
Katledildiler…
Ancak, sanmayın ki unutuldu…
Aradan değil 49 yıl, yüzlerce 49 yıl geçse…
Onlar; ‘gömüldükleri’ yüreklerin derinliklerinde…