“Bir kunduracının elinde kuyumcunun aleti, kuma ekilmiş dane gibidir.” (Hz. Mevlânâ)
Allah Teâlâ, insanları ancak Kendine kulluk etsinler diye yaratmıştır.
Yaratıcısının yüce güç ve kuvveti karşısında kendi acziyetini idrak eden Müslüman da ancak Allah Teâlâ’ya kulluk yapar.
İnsanın Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ölçüsü, kulluk derecesini gösterir.
İnsan kulluk ile kemâl bulur ve Hakk’a yaklaşır… Kulluk unutulduğunda da Hakk’dan uzaklaşır.
Kul, Rabbinin huzurunda kıyam eder, ayakta durur, O’nun önünde rükû eder, eğilir ve O’na secde eder.
***
Kul, kula kulluk yapmaz!..
Ehliyet ve liyakat sahibi, öz güveni yüksek olan şahsiyet sahibi onurlu kişiler; gücü, sıfatı ve mevkii ne olursa olsun, başkalarına köleliği ve kulluğu hazmedemezler.
Başkalarını kendilerinden güçlü ve üstün gören, kendi ehliyet ve liyakatini yeterli görmeyen, karar almada ve uygulamada inisiyatif kullanamayan, öz güveni ve cesareti olmayan şahsiyetler de; makam ve mevkilerini korumak, geçici menfaatlerden mahrum kalmamak için kölelik ve kulluktan rahatsızlık duymazlar.
Birinden bir yardım gören, siyasî, meslekî, ticarî ve bürokratik sahalarda birilerinin tavassutu veya desteğiyle bir menfaat elde eden, özellikle idarî vazifeler deruhte eden kişiler, vesile olanlara teşekkür etmeli, saygıda kusur etmemeli, lakin minnet duygusu altında eziklik göstermemeli.
Kul, kuldan kulluk beklemez!..
Kul, kula kulluk yapmamalı, lakin kul da kuldan kulluk beklememeli.
Birilerine bir yardımda bulunan, siyasî, meslekî, ticarî ve bürokratik sahalarda birilerinin iş ve meslek edinmesine, makam ve mevki sahibi olmasına vesile olanlar; yaptıklarını başa kakmamalı, yardımı dokunduğu kişilerden minnet beklememeli.
***
Yöneticilerde ehliyet ve liyakat!..
Sözlüklerde “ehliyet ve liyakat” kavramları “yeterlilik, ustalık, uygunluk, yaraşırlık” olarak birbirine yakın anlamlarda kullanılır…
Liyakat, dar anlamda herhangi bir organizasyonda işe uygun ehil kişinin seçilmesi anlamına gelmektedir.
Hz. Mevlânâ’ya göre toplumda adaletin, barışın, güven ve huzurun sağlanması, devlet çarkının uygun şekilde işlemesi ve halkın beklentilerine cevap verebilmesi ancak kamu görevlerine ehliyet ve liyakat sahibi insanların getirilmesiyle mümkün olabilecektir.
Hz. Mevlânâ, kamu yönetiminde liyakat ve ehliyetin önemini şu sözlerle vurgular:
“Her söz bir halin alametidir… Hâl, el; söz, alet gibidir.
Bir kunduracının elinde kuyumcunun aleti, kuma ekilmiş dane gibidir.
Kunduracının önünde çiftçinin aleti, köpeğin önünde saman, eşeğin önünde kemik, bir şey ifade etmez.”
Hz. Mevlânâ sadece kamu yönetiminde değil bireylerin kendi aralarındaki ilişkilerde bile ehil insanlarla birlikte olmayı, ehil olmayanlardan uzak durmayı tavsiye eder:
“Nâdân kişinin testisine taş at, fakat zeki ve bilgilinin eteğine yapış.
Ehil olmayanlarla, bir an bile eğleşme, çünkü aynayı suda bırakırsan elbet paslanır.”
“Yüksek mevkie çıkmış bir kişi, halkın sırtına yük olmuş bir cenazedir…”
Hz. Mevlânâ diyor ki: “Aslında yüksek mevkie çıkan, maddi yönden mertebesi yücelen bir kişi, halkın omzuna yüklenmiş cenazeye benzer. Daha doğrusu, yüksek mevkie çıkmış, itibar kazanmış bir kişi, aslında yüksek mevkide değildir. Belki de o halkın sırtına yük olmuş bir cenazedir.
Bu sebeptendir ki, o tabut, halka yüktür. Bu kendilerini halkın üstünde görenler ve kendilerini büyük sayan kişiler, halkın sırtına yük yüklerler. Kendileri de halka yük olurlar.”
Hz. Mevlânâ’nın sözlerinden anlaşılan o ki; Yöneticiler kendilerini, halkın üstünde bir güç ve kendisine mutlak saygı gösterilecek, itaat ve hizmet edilecek ayrıcalıklı insanlar olarak değil, adeta kendilerini insanların üzerinde yük olan tabut gibi görerek davranmaları gerekir!
“Kişiliği makamdan alanlar; makamdan sonra, “kişiliksiz” kalırlar.” (Hz. Ömer)
Vesselam…