KÖY ENSTİTÜLERİ NEDEN KAPATILDI DAHA DOĞRUSU NİYE KAPATTIRILDI |
Sevgili dostlar,
Değerli canlar,
Bugünkü sohbetimiz;
Öğretmen yetiştiren Köy Enstitüleri…
Peki bu kadar gündemin içerisinden neden bu konuyu seçtim?
Neden seçtiğimi hemen söyleyeyim;
Bundan 67 yıl öncenin ’27 Ocak 1954′ tarihi Köy Enstitülerinin kapısına kilit vurulduğu tarih olduğu için bu konu üzerine sohbet edelim istedim…
Hatta siz değerli okuyucularımdan da şöyle bir ricam olacak;
Siyaseten ister sağcı olun, isterseniz solcu…
İster ilerici olun, isterseniz orta yolcu…
Lütfen bu sohbetimizi sizlerde başkasıyla paylaşın…
Hatta benim anlatamadığım, eksik bıraktığım yerleri de sizler tamamlayarak anlatın…
Daha doğrusu hep birlikte anlatalım…
Anlatalım ki; Köy Enstitülerinin kimlerin keyfi ve çıkarlarına ters düştüğü için ‘kapatıldığını’ bilmeyenlere de, unutanlara da yeniden anımsatalım…
Örneğin;
Ben payıma düşenleri, özetleyerek anlatmaya başlıyorum…
Efendim;
Bilimin ışığında yolculuk yapacak ‘öğretmen yetiştirmek için’ 17 Nisan 1940 tarihinde;
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde Köy Enstitüleri kurulur…
Ve bu Köy Enstitülerinin şöyle bir ‘felsefesi’ vardır;
İş için; iş içinde eğitim…
Öğren; öğret…
Eğitim; üretim içindir…
Öğrendiklerinle üret….
Ürettiklerini tüket…
Ve bu felsefeyle, bu sloganlarla yollara düşen Köy Enstitülüler;
Okullarının kırtasiye gideri ve öğretmen maaşlarından başka, hükümete yük olmazlar…
Yiyeceği ekmeğin buğdayını kendileri eker, kendileri biçerler…
Ekmeklerini, kendi yaptıkları ‘taş fırınlarında’ pişirirler…
Taze süt içmek, çökelek ve peynir yapmak için inek beslerler…
Besledikleri inekleri kendileri sağıp, kendileri yer-içerler…
Okul çiftliklerine ‘arı yetiştirmek için’ fenni kovanlar kurarlar…
Yani, kahvaltıda yiyecekleri balın üretimini kendileri yaparlar…
Kümes hayvanları yetiştirirler…
Okulları dere ve deniz kenarındaysa ‘balık tutmayı’ öğrenirler…
Geriden gelecekler için meyve fidanı dikerler…
Sebze bahçeleri kurup; kendi sebzelerini kendileri ekerler…
Okudukları okullara yeni ‘derslik’ veya tiyatro ve müzik salonu yapılacaksa, hemen imece olurlar;
Ve gereksinimleri olan binaları ve salonları kendileri yaparlar…
Bütün bunları ‘yapma’ yetenekleri vardır;
Çünkü, bu konuda hem ‘duvarcılık’ ve hem de ‘marangozluk’ eğitimi almışlardır…
Ve diyelim ki;
Kendi işlerini yaparken arkadaşlarından birisi yaralandı…
Veya da hastalandı…
Acil, ön tedavileri yapmak için doktor ve sağlıkçı aramaya gerek yok;
Çünkü bu öğrenciler ‘acil tedavileri’ yapacak eğitimi de almışlar.
Ve bu Köy Enstitüleri ki;
Bir yandan eğitim görürken, bir yandan tarlada-tapanda çalışmaz.
Salt duvar örme ve bina yapma işleriyle uğraşmaz…
Aynı zamanda da bol-bol kitap okurlardı…
Hem de dünya klasiklerini…
Ve bu köy Enstitüleri ki;
Salt ‘öğretmen’ olarak yetiştirilmezler…
Salt, inek sağıp ve ekin biçmezler…
Çok iyi de keman, piyano ve mandolin çalarlardı…
Kendi yaptıkları tiyatro salonlarında…
Veya açık alan ‘Arena Tiyatrolarında’ birbirinden güzel klasik tiyatro oyunları oynarlardı…
Öykü ve roman yazarlardı…
En güzel ‘Halk Korosunu’ onlar kurup ve yedi bölgenin türküsünü hep birlikte ve ortak söylerlerdi…
Ve bu okulda öğrendiklerini de ‘çıkınlarına’ koyup, tayin oldukları köylerine götürürlerdi…
Ve ‘öğretme’ sorumluluğunu üstlendikleri öğrencilerine öğretirlerdi.
Bu Köy Enstitüsünden mezun olan öğretmenler ki;
Köylere dönerken, tepeden-tırnağa ‘idealizmle’ donanmış ve bilimin ışığıyla birlikte dönerlerdi…
Ve işin düşündürücü yanı da şurası;
Elinde aklın ve bilimin ışığıyla çıkan öğretmen, görev yaptığı köylü ve yörenin insanını kör kuyulardan ve karanlıklardan çıkarmak için;
“Kimsenin kulu-kölesi ve ümmeti olmamasını” öğretirlerdi…
“Kendi emeğinin efendisi olmayı” öğütlerlerdi…
Eeeee?
E’si şu;
Bu ‘üretim ve aydınlanma’ yolculuğundan birilerinin rahatsız olması gerekmez mi sizce?
“Elbette gerekir” dediğinizi duyar gibiyim…
Ki, bu ‘yolculuktan’ en çok ‘toprak ağaları’ rahatsız oluyor…
Rahatsız oluyor;
Çünkü kapısında -karın tokluğuna- ömrünü tüketen ‘marabalar, yanaşmalar, ırgatlar’ yavaş yavaş uyanmaya başlıyor…
Bu ‘yolculuktan’ en çok ‘şeyhler, şıhlar, aşiret reisleri rahatsız oluyor.
Çünkü; güneşi ve aydınlığı gören ‘uyuyan yılan’ uyanmaya başlıyordu…
Kısacası;
Yüzyıllardır ülkenin birçok yerinde saltanatlarını karanlıklar içinde halkın sırtına binerek, zulmederek sürdüren; Toprak Ağaları, Aşiret Reisleri, Şeyhler, Şıhlar bu konuda çok rahatsız oluyorlardı…
Ve bu okulların bir an önce ‘kapatılmasını’ istiyorlar…
En geçerli, klasik gerekçe olarak da şunları öne sürüyorlar;
“Köy Enstitülerinde kız-erkek bir arada okuyor.”
“Bu okul, öğretmen değil komünist yetiştiriyor”
“Ülke felakete gidiyor” gibi bir sürü safsatalar ileri sürülüyor….
Nasıl olsa halk yiyor!…
Ve 14 yıl yapılan bir yolculuktan sonra…
Egemen güçler; Toprak Ağalarının ve Aşiret Reislerinin isteklerini yerine getirmek için;
Köy Enstitüleriyle-İlköğretmen Okullarının birleştirilmesine karar veriyor…
Ve; 27 Ocak 1954 yılında 6234 sayılı bir kanun çıkararak;
Köy Enstitülerini resmen kapatıyor…
Ve aradan yıllar geçiyor…
Köy Enstitülerinin kapatılmasına öncülük eden Toprak Ağası ve aynı zamanda bir Aşiret Reisi olan Kinyas Kartal’la bir röportaj yapılarak şöyle bir soru soruluyor;
“Köy Enstitüleri Komünist yetiştirdiği için mi kapatıldı?”
(Kinyas Kartal, bu soruya bıyık altından gülüp tebessüm ederek;)
“Hayır…Beni babam Moskova üniversitesinde okuttu…Komünizmin ne olduğunu ben gayet iyi biliyorum…
Köy Enstitülerinde komünizmi bilen kimse yoktur.”
“Peki o zaman neden kapattırdınız?”
(Kinyas Kartal, gerdanlarını kıra kıra;)
“Köy Enstitülerini kapattırdım…
Çünkü ben toprak ağasıyım…
200’e yakın köyüm var….
Bu Köy Enstitülü öğretmenler köylere gelene kadar, köylü ve halk bana tapardı…
Ne işi varsa bana sorardı..
Evlenecekse, boşanacaksa, askere gidecekse, mahkemesi varsa gelir bana danışırdı…
Ama bu Köy Enstitülü öğretmenler ki, ne zaman köylere geldiler;
Bir daha bana danışmamaya başladılar…
Ben düşündüm;
Benim 200 dolayında köyüm var.
Bu köylere 200 Köy Enstitülü öğretmen gelirse; benim ağalığım ne olur?
Sıfıra düşer…
Öyleyse benim harekete geçmem lazım dedim..
Ve Doğudaki bütün ağalara telefon ettim…
Batıda Emin Sazak Ağalara gittim..
Ve bu olup-bitenleri, böyle giderse ileride başımıza gelecek felaketleri bir-bir anlattım…
Ve daha sonra da başvekil Adnan Menderes’e gidip şöyle dedik;
“Köy Enstitülerini ‘kapatırsan’ şu gördüğün doğudaki ve batıdaki ağaların tüm oyları sana…
Yok, eğer kapatmazsan “oy yok” dedik”
Sizler bu konuda nasıl düşünürsünüz onu bilemem ama…
Bu konuda işin en ilginç ve düşündürücü yanı da şurası;
Köy Enstitülerini kapattıran zatı-muhterem ‘neden kapattırdığını’ apaçık söylüyor da…
Bugün hala -zararını karını hesap edemeyen- bazı zavallılar…
Ve bu konuda zırnık bilgiye sahip olmayan siyasi yalakalar…
Hala ‘Köy Enstitüleri komünist yuvasıydı” diye saçmalayıp duruyorlar…
Her neyse…
Son söz;
Eğer Köy Enstitülerinin ışık tuttuğu ‘eğitim üretim içindir’ felsefesi devam etmiş olsaydı…
Ve dışarıdan-içerinden gelen egemen güçlerin politikalarına boyun eğemeyip karşı çıkılsaydı…
Yani;
Bireyci kurtuluş değil de…
Toplumsal kalkınma ön planda tutulsaydı;
Dışarıya bu kadar ‘boyun eğrimiz’ olur muydu bilemiyorum!?
Buyurun…
Şimdi söz sırası sizin…