Ortadoğu coğrafyası demek; terörün eksik olmadığı coğrafya demektir!
Terör demek; Ortadoğu coğrafyası demektir!
Ortadoğu coğrafyası demek; bütün peygamberlerin ortaya çıktığı yer ve coğrafya demektir!
Ortadoğu coğrafyası demek; yüzyıllar boyu mezhep kavgalarının eksik olmadığı coğrafya demektir!
Daha da daralıp, özetleyecek olursak; Ortadoğu coğrafyası demek, toz fırtınalarının eksik olmadığı ve kum sıcaklığında yumurta pişirilen yer demektir!
Topraklarının altı petrol (bizim ülke hariç) demektir!
Ortadoğu coğrafyası demek; emperyalistlerin oldum-olası çıkarları için -etnik farklılığı olan- halkların birbirini boğazlaması demektir!…
Şimdi isterseniz gelin hep birlikte şu Ortadoğu coğrafyasında yaşayan halkların birbirini boğazlamasını ve terör olaylarına şöyle kısaca bir göz atalım;
Örneğin önce herkesin bildiği Filistin ve İsrail’in yarım asrı aşkın bitmeyen kavgalarından söz edelim.
Batılı ağababalarının öncülüğünde ve sponsorluğunda 1948 yılında küçük bir topluluk olarak Filistin topraklarına yerleşen İsrailliler, gün geçtikçe ve kıçını bu topraklara iyice oturtunca göçmen ve mülteci gelen bu topluluk Filistinlileri kendi topraklarında mülteci ve göçmen durumuna düşürmediler mi?
Düşürdüler…
Afganistan’ı, Pakistan’ı ve Bangladeş’i gözlerimizin önüne getirip veya çok kısaca yakın tarihine bir bakalım.
Emperyalist güçlerin ağababası ABD Suudi bir petrol patronunun oğlu Usa Bin Ladin’in liderliğindeki (İslam makyajlı) Taliban Örgütünü en modern ve en ağır silahlarla donatıp, sözü geçen ülke ve komşu ülkelerde huzur bıraktı mı?
Bırakmadı…
İran’ı düşünelim şu yanı-başımızdaki komşumuz İran’ı…
Yine emperyalizmin Kurul Başkanı ABD 1940’lı yılların başında İran’ın başına Şah Rıza PEHLEVİ’yi iktidara getirmiş ve 1979 yılına kadar desteklemiş ve ne zamanki ABD’nin çıkarlarına ters düşünce 1979 yılında iktidardan düşürülüp, uzaklaştırılarak yerine Molla rejimini monta etmiştir ama bu molla rejimi de onu düş kırıklığına uğrattı… (bu sıralar aralarını düzeltmeye çalışıyorlar)
Ha, unutmadan ifade etmeliyiz ki, bu ABD denilen patron kendisine kim karşı çıkarsa çıksın, mutlaka onun hesabını bir şekilde sorar…
Tıpkı kendisini dinlemeyen ve kendisine biat etmeyi unutan İran’ı, sınır komşusu Irak’la uzun sürecek bir savaşa soktuğu gibi…
Bildiğiniz üzere 1980’li yılların başında başlayan İran-Irak savaşı tam sekiz yıl sürmüş ve bir milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuştur…
Yine sizlerinde çok iyi bildiği gibi önceleri ABD yanlısı olup, ve bu süreçte dağlarda kaçak bir şekilde gerilla harekatının içinde olan Talabani ve Barzani’yi ABD terörist ilan etmiş, fakat ne zaman ki Saddam ABD’ye saygı duymakta kusur işlemeye başlamış ve hemen Saddam’ı der-dest eden ABD boynunu ipi dolamış ve Irak’ı üç parçaya dilim-dilim ederek daha önce ‘terörist’ ilan ettiği ve görülen her yerde yakalanmasını istediği Talabani’yi ve Barzani’yi ani bir kararla böldüğü ülkenin bölgelerine ‘lider’ olarak atamıştır! (yani bugünün ırak liderleri şu anda ABD patentlidir)
Bilmem ki Suriye, Ürdün ve Lübnan İsrail-Filistin kavgalarının bir parçası olduğu için onun ayrıntılarına fazla yer vermek istemiyorum…
Ancak, şu İngiltere, Yunanistan ve Bizim ülkemiz Türkiye’nin garantörlüğü altında olan şu bir türlü bitmeyen ve bitirilmek istenmeyen Kıbrıs sorunları için bir-iki cümle söylemek istiyorum..(zira şu sıralar bilmem farkında mısınız Kıbrıs sorunu-morunu diye bir şey tartışılmıyor bu aralar)
Tartışılmaz…
Çünkü Kıbrıs sorunlarından daha büyük halledilecek sorunlar var…
Tıpkı Fas’tan başlayıp; Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Yemen, Somali, SuriyE, İran ve Türkiye ile ilgili sorunlar başat bir konu durumuna geldiği için ne Kıbrıs, nede Ege Kıta Sahanlığı sorunlarıyla ilgileniyoruz bu sıralar…
Varsa-yoksa Suriye…
Suriye’nin eksenini dolduran IŞİD, YPD, PKK, vesaire. Vesaire…
Birde göçmen ve mülteci sorunları…
Bir de açık denizlerde topluca denizin dibini boylayan kaçak göçmenler…
Bir de terörün dağdan-düze ve hatta kentlere inme sorunu…
Kentlerin haftada bir bombalanma sorunları (canlı bombalar) falan!
Üstelik bu bombaların hangi kentte ve hangi kentin hangi sokağında ve ne zaman patlatılacağını bilmeden yaşıyoruz gelişigüzel…
Çünkü bombalı saldırıyı kim ve kimler yapacak bilmiyoruz!
Bomba acaba hangi sokakta patlar veya patlayabilir diye adeta papatya falı açıyoruz!
Eğer bir bomba patlaması sonucu kimler ölebilir, kimler canını kurtarabilir diye cahilane bir şekilde tahminlerde bulunup, tahminler yürütüyoruz…
Daha doğrusu, daha açık konuşacak olursak; inanın sokaklarda yürürken öteden-beri dost bildiğimiz, kardeş saydığımız insanlardan bile kuşkulanıyoruz!
İster inanın, ister inanmayın aynı bu kuşkuların ekseninde yaşıyoruz…
Bakalım nereye kadar!
Bilmem ki bunun üzerinde de bir tahmin mi yürütsek, yoksa korkularımızı ve kuşkularımızı ötelemek için bu soruya büyüklerimize mi sorsak?