Ramazan gibi kutlu bir misafirimiz vardı bir ay boyunca. Ama artık veda ediyor. Her sene olduğu gibi bu sene de her müslümanın kapısını çalmıştı. “Ben yine geldim ey müslüman, seni ve haneni ihya etmeye geldim yine” demişti. Ancak bir kısım müslüman bu kutlu misafiri en güzel şekilde misafir ederken bir kısmı da kapıyı ya hiç açmadı ya da kapıyı yüzüne kapattı. Yani ramazan bazı haneleri teğet geçti. Dolayısıyla bu haneler virane kalmayı tercih ettiler. Dirilmeyi, kendine gelmeyi tercih etmediler.
Ramazan senede bir kurulan pazardır aynı zamanda. Bu pazar çok bereketlidir. Ancak bunun şuuru ile hareket edip ramazanı doya doya yaşayanları için kârlı bir pazardır. Yoksa oruçsuz, namazsız, Kur’an’sız bir ramazan geçiren için bu pazarın bir kârı yoktur. Zira ramazan pazarına hiç uğramamıştır bir ay boyunca.
Ramazan aslında bir modeldir. Diğer on bir ayın kendisini örnek aldığı bir aydır. Bütün bir hayatı şekillendiren bir zaman dilimidir ramazan. Bu mübarek ayda kazanılan güzellikler bu ayda kalmamalı. Bu manada “Ramazanda müslüman olmak” yerine “Ramazan müslümanı olmak” lazım. Yani ramazan gibi müslüman olmaktır ideal olan. İşte Rabbimiz her sene ramazanı göndererek bozulan kulluk ayarlarımıza senelik bir ayar vererek düzelttiriyor. Bizi fıtratımıza, fabrika ayarlarımıza döndürüyor. Bu manada ramazan aslında kendimize gelme ayıdır.
Ramazan bir mekteptir, eğitim merkezidir. Bu mektepte öğrenilen dersler diğer on bir ayda hayata tatbik edilmek durumundadır. Tam burada daha önce de bir yazımızda anlattığımız bir fıkrayı anlatayım.
Adamın biri evliliğinin ilk sabahında hanımından önce uyanıp mutfağa geçer ve güzel bir kahvaltı sofrası hazırlar. Bununla da yetinmez, kahvaltı sofrasının yatak odasına götürür ve hanımını uyandırır. Daha evliliğin ilk gününde bu manzarayı gören hanım “Yaşadık! Ne iyi bir kocaya çattık” diye içinden geçirir. İlk kahvaltılarını yatak odasında yaptıktan sonra kahvaltıyı hazırlayan koca der ki: “Hanım ! Bundan sonra aynen böyle isterim!”
Kıssadan hisse. Rabbimiz bize “ramazanı ramazanda bırakma, hayatın ramazan olsun. Rramazanı hayatına taşı, aynen ramazandaki gibi ol” diyor adeta.
İbadetler noktasında yapılan hatalardan birisi de ibadetlere “piyangocu” mantıkla yaklaşılmasıdır. Yani az iş yapıp çok şey beklemek. Ya da az koyup çok almak. Ramazanda “iyi kul” olup bu kazanımlarını diğer on bir ayda üzerine hiçbir şey koymadan tüketmek bu kabildendir. Daha açık ifade ile bir ay çalışıp on bir ay hazır yemek. Maalesef bir çok müslümanın kandil gecelerine bakışı da böyle.Kadir gecesinden bir akşam evvel camide 1-2 saf ile teravih namazı kılınıp da Kadir Gecesinde camide yer bulamıyorsak bu durum piyangocu anlayıştan başka bir anlayış olmasa gerek. Sâir gün ve gecelerde kılı kıpırdamayan bu tipler bu gibi zaman dilimlerinde camilere akın ederler, sabahlara kadar namaz kılıp dua ederler. Böylece pîr-ü pâk olduğuna inanarak rahatlar.
Tamam, Rabbimizin kullarına ikramı büyük. İyiliklerinin karşılığını kat kat veriyor.(Bkz. Bakara 2/261, En’am 6/160). Lakin bu durum, hususiyle farzların terkini gerektirmez. Mesela kandil gecesi sabaha kadar nafile namaz kılsan da sabah namazını kılmadan yatsan sabaha kadar kıldığın namaz o iki rekat farzın yerini tutmaz ve onun yerine sayılmaz. Yine yıl boyu nafile oruç tutsan bu oruçlar Ramazan orucu yerine sayılmaz. Bu noktada şunu unutmayalım ki hiçbir ibadet bir başka ibadetin yerine sayılmaz. Büyük mahkemede ilk sorgu olan namazdan sorguya çekilirken “Rabbim! namazım yok ama cami yaptırmıştım” desen namaz hesabını vermiş olmazsın.
Hâlbuki Allah Rasûlü böyle mi yaşıyordu? Bize böylemi öğretti islâmı? Hayır. Ona “Allah’ın en sevdiği amel hangisidir?” diye sorulduğunda “az da olsa devamlı olanıdır” cevabını vermiş idi. Buna göre kula düşen vazife sürekli kulluktur.(Hicr 15/99)Ramazan iklimini hayata hakim kılmaktır. Ramazan iklimi bu hayata hakim olunca da ahiret hayatı bayram olacaktır. Zira ramazanın sonu her zaman bayramdır.