Üç ay süren yaz tatili sona erdi ve dün itibariyle okullar açıldı.
Bir milyon öğretmen, 18 milyon öğrenci için ders zili çaldı.
Toplumun çoğunluğunun, öğretmenlerin çok azının düzenli kitap okuduğu dönemde öğrencilerden beklemek zor ancak, umarım kitap okumuşlardır.
Her yıl artarak, yığınla biriken eğitimdeki sorunlar yıllardır çözülememekte.
AKP iktidarında değişen yedi bakan da ayrı tellerden çalarak, siyasi ideolojilerini eğitim aracılığı ile topluma egemen kılmak için uğraş verdiler.
Okullar açılırken sözünü ettiğimiz eğitimi, daha sonraları gündeme dahi almıyoruz.
Hafta boyunca yetkililer süslü söylemler, parlak vaatlerle eğitim yılı açılışı yapılmakta.
Birilerinin işine gelen, verilen eğitimin kalitesizliği görmezlikten gelinmekte.
Sözde kalan çözüm önerileri mış, miş, cek, cak, ğız, ğizle biten cümlelerle son bulmakta.
Okulların fiziki ve nicelik durumu, ders programları içeriğinin yetersizliği, liyakatten yoksun yönetici ve eğitimin niteliğinin her yıl gerilediğinden söz eden olmaz bile.
Sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi ve yaşamın tüm alanlarındaki kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilmesinde nitelikli eğitimin ilk sırada yer aldığının farkında olunmamakta.
Altyapısı hazırlanmadan, ‘ben böyle istiyorum’ yaklaşımı ile uygulamaya konulan, sonuçları itibariyle fiyasko olan, 4+4+4 uygulamasının eğitimi verdiği zarar görülmemekte.
Eğitimdeki en büyük sorunun tüm kademelerinin iyi yönetilmediği, öğretmen yetiştirme sisteminin gereksinime yanıt veremediği, programların yetersiz olduğu, çağa ayak uyduramadığı gerçeği kimsenin umurunda değil.
Öğrencilere, okulları bir türlü sevdirmeyi başaramadık.
Okulların kapalı olduğu gün sayısı, açık olan günden daha fazla olan tek ülkeyiz.
Çok uzun olan bu tatiller işe yaramayan, geçen zaman olarak boşuna harcanmakta.
Eğitim bazı cemaat, tarikat, vakıf, dernek, diyanete teslim edilmiş durumda.
Kitap okuma, planlı ve disiplinli çalışmayı seven bir anlayışı da sahip değiliz.
Öğretimin öğeleri arasındaki çatışma giderek artmakta.
Öğretmen; yönetici, öğrenci ve veliden, yöneticiler ise hepsinden şikâyetçi.
İyi bir yönetici ve öğretmenin bulunduğu yerde kaliteli eğitim, başarılı öğrenci vardır.
Öyleyse, önceliğimiz yönetici ve öğretmen yetiştirmek olmalı.
Sadece yazışmaları izleyen, kurumun hedeflerini anlayamamış, bir üstekilere ‘en büyük sensin’ demeden öte iş yapma becerisinden yoksun yöneticilerle nereye varılabilir ki?
Aynı iktidarın bakanları değiştiğinde bile eğitimde farklı modeller uygulanmakta.
Eğitimi aracı kılarak donanımlı birey yetiştirme diye bir derdimiz bulunmamakta.
Yaşamın her alanında bilgiyi güç olarak kullanmaktan kaçınmaktayız.
Bölge-il, kent-köy, kız-erkek, zengin-yoksul göz önüne alındığında, eğitimde büyük bir dengesizlik bulunmakta.
Eğitimde fırsat eşitliği, bilimsellik, akılcılık, çağdaşlık… kimsenin umurunda bile değil.
Tek hedef, okul öncesinden başlayarak tüm okulları imam hatipleştirmek.
Düşünen, tartışan, sorgulayan, eleştiren, yorumlayan bireyler yerine biat eden, aklını kiraya verenlerden oluşan topluluk olması yeterli.
Yeni bir öğretim yılına girerken gerçekler görülüp farklı bir başlangıç yapılabilir mi?
Tepedeki yöneticisinden diğerlerine, öğretmenden, velisine kadar çoğunluğun umurunda olmayan eğitim anlayış ve yaklaşımı ile başarabilmek olanaksız gibi.
Mevcut görünüm “Saldım çayıra mevlam kayıra” sözüne tıpa tıp uymakta.
Atatürk; “..Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.” der.