Bankalar ne iş yaptığına, gelirine dikkat etmeden, 18 yaşını dolduranlara cadde ve sokaklarda kurdukları stantlarda kredi kartı dağıttılar.
Sabit bir geliri, işi olsun ya da olmasın herkeste, neredeyse her bankadan alınmış kredi kartı bulunmakta.
Kendi başına buyruk, denetimsiz verilen bu kartlar düzenlenirken, kullanılacak limitin gelire orantılı olarak belirlenmesine dikkat edilmedi.
Cebinde 50 TL’si olmayanlar bile üzerlerinde üç-beş kredi kartı taşımaya başladı.
Böylece, belirli bir geliri olmayan veya düşük maaşla çalışanlara, bir arada görmediği kadar yüksek miktarda kredi kullanma olanağı sağlandı.
Daha önceleri vatandaşın elinde bulunan birikimlerini almak için yarışan bankalar, günün koşullarına uygun yöntem değişikliği yaparak, sadece geçinmeye çabalayan belirli ve çoğunlukta olan kitleye borç para verebilmek için büyük çaba harcadılar.
Tüm bankalar kredi kartlarının kullanılmasına yönelik ilgi çeken, hatta bedava para dağıtılıyormuş havası yaratarak yoğun bir reklam kampanyası yaptılar.
Hedef kitlelerindeki insanları, ceplerinde bulunmayan ve kazanmadıkları paraları kredi kartları aracılığı ile harcamaya zorladılar.
Büyük çoğunluk, ne olduğunu anlamadan, nasıl ödeyeceklerinin hesabını yapmadan kredi kullanmaya başladı.
Kart kullanma kültürü olmayan kişinin kredi kartı harcama tutarı kazancının birkaç katına çıktı.
Ödeme güçlüğü çekecek kadar borçlanılmasının ardından, faiz yükünün altından çıkılamaz duruma gelindi.
Sonuçta, ödeme gücüne göre hareket etmeden, kapasitelerinin çok üzerinde harcama yaparak, cebinde olmayan parayı kart aracılığı ile borçlanıp harcamak durumunda kaldılar.
İnsanların hayatlarını karartan, yuva yıkan kredi kartı faizleri toplumsal bir kâbus haline geldi.
Ödeme zorluğu nedeniyle kredi kartını borcunu tekrar borçlanarak ötelemeye çalışıldı.
1980’li yıllarda başlayan tüketim toplumu olma özelliğimiz kartların yaşamımıza girmesiyle farklı bir biçimde gelişti.
Köşe dönme anlayışının çalışmadan, emek harcamadan yaşamak isteğinin öncelikle genç kuşakta egemen olmasıyla tüketim toplumu olmaya başladık.
Çoğunlukla geçim zorluklarıyla karşılaşan, sınırlı geliri olanların çaresizlik içersinde kullandıkları kredi kartı borçlanmaları geçici bir rahatlama yaratmış olabilir.
Ancak, alınan borcun faizi ile birlikte her ay ödenmesi gerekmekte, asıl sıkıntı ise burada başlamaktadır.
Bu kez ödeme zorluğuna girilince, cepte bulunan ikinci, hatta üçüncü kredi kartı devreye sokuldu.
Daha önceden kullanılan kredi, başka bir bankadan alınan kredi ile kapatılmaya çalışıldı.
Böylece bataklığa düşmüş canlılar gibi kurtulmak için çırpındıkça, daha da batmaya devam edildi.
Bankalara borçlanarak mağdur olanların birçoğunun, içersinde bulundukları koşulları, çaresizliği, umutsuzluğu görmeden ve anlamadan “böyle olacağı belliydi, niye aldı, gelirine göre harcama yapsaydı, kim mağdur etmiş, almasaydı, iyi oldu…” gibi sözler söylemek kaçışın en kolay yolu olsa gerek.
Bu duruma düşenler, dönmekte olan değirmen taşının arasına düşen mısır tanesi gibi, sistemin işlettiği çarkın dişlilerine takıldılar.
Ele tutuşturulan kartı tanımadan, günü kurtarmak amacıyla bilinçsizce yapılan harcamaların farkına bile varılmadı.
Üretimden kaçan, alın teri dökmeden, emek harcamadan kolay kazanmanın yollarını arayan tüketim toplumlarında bu tür olaylarla karşılaşmak doğaldır.
Kredi kartının nasıl kullanılacağının, gelire göre yapılacak harcamaların bilinmemesi, planlanmaması durumunda karşılaşılacak sonuca katlanmak zorundayız.
Harcama yaparkenki rahatlığımızı, ödeme sırasında da hissedebilirsek işimiz kolay demektir.
Gerçek ve üzücü olanın, ülkemizde kredi kartları aracılığıyla sahte bir cennetin yaratılarak, vatandaşların sürekli tüketmeye teşvik edilmeleridir.
Sistem farklı yöntemler kullanarak, tüketicilerin gelirlerine bakmaksızın çılgınca tüketim yapmaları için her türlü yolu denemektedir.
Mal ve hizmet alımlarında önemli bir ödeme aracı olarak kullandığımız kredi kartları, amacına uygun kullanılmadığı takdirde felakete giden yolun başlangıcı olabilir.
Unutulmaması ve bilinmesi gereken kredi kartlarının bir ödeme aracı olmadığıdır.