BEYLER BU BİZİM YOLCU GEMİMİZ HEPİMİZ AYNI GEMİNİN İÇİNDEYİZ |
Pelesenk oldu dilimize…
Son günlerde önüne gelen bu sözü söylüyor;
“Hepimiz aynı geminin içindeyiz.”
Yani kısaca demek isteniyor ki;
Batarsak da birlikte batarız…
Karaya çıkmayı başarırsak da, birlikte çıkarız…
Tamam da…
Sağ-salim karaya çıkmak varken niye batmayı düşünüyoruz?
Yoksa gemi yavaş yavaş batıyor da, biz yolculara cesaret mi verilmeye çalışılıyor?
İşte işin bu tarafını hiç hesap etmiyor, düşünmek istemiyor gibi görünüyor gemideki yolcular…
Durun canım…
Ben böyle bir tasvir yaptım diye hemen paniklemeyin…
Ortalıkta ‘batan gemi’ filan yok…
Ben az sonra kısa-kısa değineceğim bir konuya giriş yapıp veya köprü kurmak kurmak istiyorum…
Bak ‘köprü’ dedim de aklıma yine birdenbire -üzerinden geçmek nasip olmayan- köprüler aklıma geliverdi…
Hani şu İstanbul’da bulunan köprülerden söz ediyorum…
Üzerinden geçmesek de -dolaylı yoldan- patronun zararını yapılan zamlarla bizim ödediğimizi…
Ve bunu ‘normal’ sayıp, toplum olarak birbirimizle düşünce köprüsü kurmadığımız yap-işlet-devret köprüleri aklıma geliverdi…
Her neyse…
Bunu bir tarafa bırakalım…
Eğer bir gemi batıyorsa;
“Neden batar, niye batıyor?”
Aklımızın erdiği kadar birde buna bakalım…
Hatta yere daha sağlam basabilmek için, şöyle bir örnekle yola çıkalım….
İleri yaşta olanlar çok iyi anımsarlar diye düşünüyorum…
Bir zamanlar ‘tonton’ lakaplı bir başbakanımız vardı…
Ve yüzümüze karşı, gözbebeklerimizin içine baka baka şöyle demişti;
“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür,
Ben seçimden önce zam yapacak kadar enayi değilim.” demişti…
Demişti demesine de….
Dönemin sevimli, tonton başbakanı -örtülü cümlelerle-milleti enayi yerine koymuştu…
Ardından 1987 genel seçimleri yapılmış;
Tonton başbakan ikinci kez, sandık-sandık malı götürmüştü…
Ve koltuğuna oturunca da ardı-ardına zam bombardımanlarıyla milleti ‘zam denizinin’ içerisine gömmüştü!..
Ve ardından birde ‘cumhurbaşkanı’ olunca, itirazlar yükselmiş ve “artık buna alışamayız” diyenlere karşı da, şöyle bir yanıt vermişti;
“Alışırsınız, alışırsınız” demişti…
Ve bu konuda da ‘tonton başbakanımız’ veya diğer unvanıyla ‘Cumhurbaşkanımız’ yine haklı çıkmıştı…
Ve toplum buna da en kısa zamanda alışmıştı…
Şimdi bunu günümüzde hangi olaylara bağlayacağımı mı merak ediyorsunuz?
Hangi konulara ‘köprü’ kuracağımı mı düşünüyorsunuz?
Siz daha fazla bekletmeden hemen bağlayalım…
Efendim…
Bundan yaklaşık 15 gün önce ‘bütçe görüşmelerinde’ büyük bir umutla beklenen ‘askeri ücret’ konusu beklenildiği biçimde olmamış ve kısa bir süreliğine büyük homurtular olmuştu…
Aradan 15 gün geçince de çoktaaaan unutuldu…
Sıra geldi emeklilerin maaşlarına yapılacak zamlara…
Günlerdir beklenen umutlara…
Onu da şöyle hesapladı ‘aynı gemide’ yol aldığımız gemi kaptanı ve onun adamları;
TÜİK hesaplarına göre enflasyon; yüzde-14 (ancak doğrusu %36)
Her neyse…
Biz yine de -büyüklerimizin sözüne güvenimiz gereği-onların resmi rakamlar üzerinden hesaplama yapalım…
Enflasyon ne kadarmış efendim; yüzde-14…
Peki İşçi ve Esnaf emeklisine ne kadar zam yapılıyor?
Enflasyonun yarısı kadar…
Yani yüzde 8. 36..
Peki bu durumda işçi emeklisinin maaşa neydi, şimdi ne oldu?
1335 TL’den 1447 TL’ye yükseldi…
Allah bereket versin…
En düşük esnaf emeklisinin maaşı da; 1627 TL’den 1763 TL’ye çıkarılmış…
Allah böyle büyüklerimizi başımızdan eksik etmesin…
Çiftçi emeklisinin maaşı ne kadar oldu?
Durun hemen onu da söyleyelim de, onlarda sevinsinler…
Onların emekli maaşı da; 1534 TL’den 1662 ‘TL’ye yükseltildi…
Allah büyüklerimizin ayağına taş dokundurup, kaza-bela vermesin!
Peki memur emeklisine ne kadar zam yapıldı?
Yüzde 7.36
Allah’a dua edelim de, daha aşağılara çekilmesin!
Bunlar ‘batan gemi’ yolcularına laik görülen ücretler…
Geçelim…
Peki, aynı gemide yol aldığımız geminin kaptanı tespit edilen yüzde14’lük enflasyon karşılığında maaşına ne kadar zam yapıldı?
Onu da söyleyelim;
Enflasyon rakamı ikiye katlanarak, yüzde 29 yapılmış…
Normaldir…
Hatta yetmez daha da fazla yapılmalı…
Yoksa 88 bin lirayla ayın sonunu nasıl getirir Cumhurbaşkanımız?
Mutfak harcamalarını bir tarafa bırak, dişinin kovuğuna yetmez bu rakam!…
Geçelim…
Duydunuz mu bilmem…
Yerin kulağı olduğuna göre mutlaka duymuşsunuzdur ya…
Efendim…
Son genel seçimlerde İstanbul’dan aday-adayı olan Melih BULU isminde çok değerli bir profesörümüz (aday şişkinliği yüzünden) ‘aday’ gösterilip ‘milletvekili’ yapılmamış…
Dışarıdan ‘atama’ yöntemiyle Boğaziçi Üniversitesine ‘Rektör’ olarak atanmış…
Atanmış atanmasına da…
Üniversitenin olmazsa-olmazı, asıl özneleri olan öğrenciler bu anti demokratik uygulamama kazan kaldırmış!
Yani “böyle bir rektör istemiyoruz” diye eylem yapmaya başlamış…
Söz, üniversiteden veya ‘rektör, dekan’ sözü geçince aklıma şu ünlü (sözüm ona) ‘bilim adamları’ da geliyor…
Hani daha yakın bir zamanda Hukuk Fakültemizin ‘Prof’ unvanı bir Dekanı, üniversiteli öğreniciler için ne demişti;
“Terörist bozuntuları, adi ve şerefsizler” demişti anımsadınız mı?
Ya, Sakarya Üniversitesinde öğretim görevlisi olan ve yine (sözüm ona) bir akademisyen olan zatı-muhteremin;
“Üniversiteler fuhuş yuvası” sözlerine ne diyeceksiniz?
Vesaire, vesaire…
Listeyi uzat, uzatabildiğin kadar…
Uzadıkça uzayıp gidiyor…
Bindik bir alamete…
Gidiyoruz kıyamete…
Misali;
Bizde bindik bir gemiye…
Bata-çıka gidiyoruz bir yerlere…
Hoş kalın,
Hoşça kalalım.
Esenlik ve sağlık içinde yol alalım…
Sağlıklı yol alabilmek içinde;
Birlikte düşünmeyi ve sorumluluk almayı unutmayalım…