‘BEN MEHDİYİM PADİŞAHIM DİYOR’ KEŞAP’DA BİR HÜKÜMET KURUYOR |
Evet, evet…
Yanlış duymadınız…
Aynen böyle oluyor…
Ne zaman mı oluyor?
Durun acele etmeyin anlatacağım…
Ancak konuya girmeden önce şu açıklamayı yapmak zorundayım.
Şöyle ki;
Bugün sizlerle paylaşmak istediğim bu tarihi öyküyü; değerli araştırmacımız Ayhan Yüksel’in KEŞAP isimli kitabından aldım.
Ve günümüzde kullanılmayan tarihsel sözcükleri elimden geldiği kadar ayıklayıp ve güncelleyerek anlatmaya çalışacağım…
(Dedikten sonra)
Buyurun birlikte okuyalım öykümüzü…
Efendim, öykünün yolculuğu;
Sultan Abdülmecit’in taht da olduğu yıllarda yola giriyor…
Yani 1850’li yılları filan…
Keşap Nahiyesi, Saraycık köyünün Kaşaltı mahallesine Görele’den ve Elevlioğlu kabilesinden bir göç gelip yerleşiyor…
Ve;
1856 yılında ailenin Hasan adında bir çocuğu dünyaya geliyor…
Hasan, eğitim-alma yaşına gelince, ailesi onu önce mahalle mektebine ve daha sonrada Kayseri ve Amasya medreselerine tahsil yapmaya gönderiyor…
Ayrıca Giresun-merkez Çarşı Cami medresesinde Yazıcızade Emin Efendinin ders halkalarına katılıp, onun rahle-i tedrisinden geçiyor.
Arapçası çok iyi olan Hasan, küçük yaşlarda ileride ‘Mehdi’ olmayı kafasına koyuyor…
Hasan Efendi, derin hocalardan aldığı dersler sayesinde öylesine derinliklere dalıyor ki;
Gece-gündüz ‘zikir’ çekmekten adeta kafayı yiyor!…
Ve rivayete göre; düşlerinin ileride gerçekleşmesi içinde EN’AM Cüzünün kapağına şunları yazıyor;
“Allah yeryüzündeki cümle kullarına emreder ki, Keşap havalisinde Elevlioğulların’dan Hasan Hoca efendi Mehdi-yi resul ve Padişah-ı batın olarak tanınacaktır. Kendisine karşı gelen kul, kafir ola.”
Ve bu yazdığı yazıyı gidip bir Kayın (yaykın) ağacının kabuğunun altına yerleştiriyor…
Kayın ağacı kabuğunun altına saklamasının nedeni;
Yörede ‘kabir tahtaları’ genellikle Kayın (Yaykın) ağacından yapılır.
Yani komşularından veya yakınlarından birisi ölürse, gidip bu yaykın ağacının kesilmesi söylenecek ve kesildikten sonra ağacın kabukları soyulmaya başlayınca da, kabuğun altına saklanan -yazılı kağıt- tesadüfen görülmüş olacak…
Her neyse…
Sözü daha fazla uzatmayalım..
Sulan Abdülmecit dönemleri biter…
Yani yıl; 1884’lü yılları filan…
Aradan bir hayli zaman geçer…
Hasan Efendi büyür…
Kayın ağacı büyür kalınlaşır…
Ve beklenen o ilahi gün gelir!
Hasan Efendinin yakınlarından birisi ölür.
Ve (tebliğ pusulasının saklandığı) ağacın kesilmesi söylenir ve ağaç kesilir…
Haydaaaa! o da ne?
Aman Allah’ım!…
Kayın ağacının kabuğu soyulurken, altından bir ‘yazı’ çıkar…
Ağacı kesip soyan işçiler; şaşırırlar…
Hatta birazcık da korkarlar…
Ağacı kesenler hiç zaman kaybetmeden ‘tebliğ pusulasını’ cenaze töreninin yapılacağı yere getirip; “Ağaç kabuğunun altından böyle bir yazı çıktı” derler…
Ve ‘Arapça’ yazılmış yazıyı Hasan Efendiye verirler…
Hasan Efendi (yapmacık şaşkınlıklar göstererek) “Hay Allah, buda neyin nesi ki?!”
ve uzun bir ‘tövbe estağfurullah’ çektikten sonra, bir taşın üstüne çıkıp ve yazıyı kalabalığa okuduktan sonra şöyle der;
“Ben padişah olmuşum…Bundan böyle öteki padişahın hükmü yoktur…Her şey benim irademdedir… Tez olup, Gönüllü köyünden Turanoğlu Abdullah Efendi buraya gelsin” diye emir verir…
Turanoğlu Ahmet Efendi tez zamanda getirilir…
Ve kendisine şöyle der;
“Seni sadrazam tayin ettim. Bütün emirlerimi yerine getireceksin…
Hemen emrediyorum. Arazi vergisi, aşar vergisi ve hayvan vergisini kaldırdığımı halka ilan edin” emrini verir…
Halk, Hasan Efendinin ‘mehdi ilan’ edilmesine şaşkınlıkla-korku arasında kalır…
Ancak ‘ağır vergilerin’ kaldırılmış olmasına da çok sevinirler…
Hasan Efendi -işi garantiye almak içinde- sadrazam ilan ettiği Turanoğlu Ahmet Efendiye dönüp emir vererek;
“Bütün vergilerin kaldırıldığını ilan et. Ben hem padişahım ve hem de mehdi-i resulüm. Bunu herkese bildirin.” der…
Ve orada birikmiş halka dönerek de;
“Sizlerde gördüğünüz herkese bu haberi verin…
Mehdi-i resul Keşap’ta imiş deyin” diye talimat verir…
Bu ‘mehdi’ ve ‘padişahlık’ olayı, önce Keşap, Yolağzı ve yöresinde ve daha sonra da Giresun merkezde konuşulmaya başlanır…
Kimileri “olmaz böyle şey” der, kimileri ise “neden olmasın” diye inanır…
Olay iyiden-iyiye büyüyüp yayılmaya başlayınca da….
Giresun kaymakamlığı olayın daha fazla büyüyüp ve Saray’a kadar uzayıp duyulmaması için önlem almaya çalışır…
Ve kasaba merkezinde görevli olan Oflu Mehmet Efendi hocayı, Keşap nahiyesinde saltanat süren -kendisini mehdi ve padişah- ilan eden Hasan Efendinin yanına gönderir…
Oflu Mehmet Efendi hoca kaymakamın emirlerini mehdi Hasan Efendiye bildirir…
Ancak, mehdi Hasan efendi “Kaymakam kim oluyormuş da, benim gibi bir padişaha ve mehdiye emir veriyormuş!?” diye sinirlenir…
Kaymakama sinirlendiği yetmemiş gibi, kendisine bu haberi getiren Oflu Mehmet hocaya da bayağı sinirleniyor…
Ve huzurunda bekleyen görevlilerine emir vererek:
“Şu kafire söyleyin imana gelsin”
“İmana gelmezse yıkın falakaya” diye emir verir…
Oflu Mehmet hoca, görevliler tarafından falakaya yatırılır.
20 Kırbaç cezasına çarptırılır…
Kırbaç acılarına dayanamayan Oflu Mehmet hoca, mehdi ve padişah Hasan Efendinin ayaklarına kapanarak yalvarmaya başlar;
“Tamam imana geldim, sana inandım” dese de, hızını alamayan Mehdi Hasan Efendi; “Boynunun vurulmasını” emreder…
Ancak, sadrazamı Ahmet Efendi, araya girerek infazı durdurur…
Ve tekrar Hasan Efendinin huzuruna getirilen Oflu Mehmet hocaya, kendisini gönderen kaymakama söylemesi için;
“Kendisinden başka padişah olmadığını ve bundan sonra vergiyi de, askerliği de kaldırdığını” söylemesini tembih eder…
Yani günden-güne Hasan Efendinin ‘mehdi’ ve ‘padişahlığına’ inananlar çoğalmaya başlar…
Çoğalmaya başladığı gibi bir yandan da korkmaya başlarlar…
Çünkü ‘astığı astık, kestiği kestik’ bir padişah olmaya başlamıştır Mehdi-i Resul Hasan Efendi….
Ve Hasan Efendi, hükmedici gücünü göstermek için ‘Vezir’ tayin ettiği Akıllıoğlu Mustafa’yı bir Rum kızıyla evlendirmek ister…
Ancak, Rum aile ve cemaati buna itiraz edip, Mehdi hasan Efendiyi İstanbul hükümetine şikayet eder…
Padişah 2. Abdülhamit;
Keşap’ta mehdi ve padişah olarak hüküm süren Hasan Efendi’nin yakalanma işini Bozcaadalı Amiral Hasan Paşaya havale eder…
Amiral Hasan Paşa komutasındaki donanma Giresun’a gelerek, kasaba kaymakamını ve Nizamiye komutanı Selim Paşayı da yanlarına alarak üç gemiyle birlikte yol alırlar…
Ve Keşap-Yolağzı açıklarında geldiklerinde denize demir atarlar…
Ve geminin güvertesindeki topları doldurup, gökyüzüne doğru kaldırıp -baskına geldiklerini haber verircesine- ateş ederler…
Daha sonra bir miktar asker filikalara binerek karaya ayak basarlar.
Ve karada yanlarına Hacıoğlu Hacı Ömer Ağayı alıp, kılavuz yaparak mehdi Hasan Efendinin takibine çıkarlar…
Ve Kaşaltı köyüne gelerek, mehdi Hasan ve arkadaşlarının saklandığı yeri bulurlar…
Önce Mehdi Hasan Efendi hiç direnmeden teslim olur…
Ardından sırayla;
Veziri; Torbacıoğlu (Toybacakoğlu) Mehmet Efendi…
Sadrazam; Turanoğlu Ahmet Efendi…
Sadrazam yaveri; Engüzlü Belikırıkoğlu Ahmet Efendi…
Ardından Şeyhülislam; Delihasanoğlu Halil Efendi ve Kürt Hasan oğlu Mehmet ve diğer hizmetçileri teslim olur…
Yani; böylece 67 günlük mehdilik, padişahlık ve saltanat son bulur.
İstanbul’a götürülürler…
Ve mahkemeye çıkarılırlar…
Yargılanırlar…
Yargıcılar;
“Bu adam deli” hükmünü verip ‘idam etme’ kararı alırlar…
Ancak, yargıcıların, yani Kadıların ‘bu adam deli’ sözünü duyan Mehdi Hasan Efendi, bu ‘delilikten’ yararlanmak istercesine;
“Yahu, hadi ben deliyim, sizde deli misiniz ki; bir deliyi idam etmeye karar veriyorsunuz” deyince;
Bu ‘yargılamayı’ locadan izleyen 2. Abdülhamit’in çok hoşuna gider ve bu kararın değiştirilmesini ister…
Bu kez karar değiştirilerek ‘ömür boyu’ Yemene sürgün kararı verilir.
Arkadaşlarına verilen cezalar ise şöyledir:
Sadrazam Turanoğlu Ahmet Efendi….
Şeyhülislam Delehasanoğlu Halil Efendi..
Sadaret yaveri Belikırıkoğlu Ahmet efendi 101 yıl ceza alıp Midilliye gönderilir…
Vezir Toybacakoğlu Mehmet Efendi 15 yıl ceza alarak Bodrum’a…
Kürt Hasan oğlu Mehmet Ali Efendi de Rodos’a sürgün edilirler…
Bu tarihsel sohbetimizi şöyle sonlandıracak olursak;
Her yörenin, her ilin ve kasabanın ‘tarihsel şahsiyetleri’ olduğu gibi Keşap ilçemizin de;
Halk kahramanı Micanoğlu gibi…
Hacıahmedoğullarından Hamid Naci (Özdeş) gibi ünlü deniz kaptanı tarihi şahsiyetlerde vardır…
DİP NOT;
Bu tarihsel araştırmayı değerli yazarımız Ayhan Yüksel’in KEŞAP isimli kitabından alıp, sadeleştirip anlatmaya çalıştım…
Görselde paylaştığım fotoğraf ise İnternet dünyasından seçki yapıp ve sıradan simgesel olarak kullanılan bir fotoğraftır…